Hava çok mu soğuk, acaba bu mevsimde de aynı zevki verir mi, gittiğime değecek mi? Biri beni vazgeçirsin diye bu soruları sorup durdum, ama herkes gitmemi söyledi. Tahmin de ediyordum seveceğimi, ama nedense o gün bir yorgunluk vardı üzerimde ve biri bana ikna edici şekilde “gitme” desin istiyordum. Nihayetinde bunu elde edemedim ve gittim. İyi ki gitmişim diyorum şimdi. O zaman kendimizi bir günlüğüne doğaya bırakalım.
Eğer elinizde Lonely Planet rehberi varsa ve oradaki “Kaleler yürüyüş turu” dikkatinizi çektiyse, o turun izlerini takip eden bir yazı olacak bu. O yürüyüşü nasıl yapacağınızı, nelerle karşılaşacağınızı ve nasıl bir gün geçireceğinizi anlatacak.
Sigulda Nedir?
Sigulda, Letonya’da bulunan Gauja Milli Parkı içinde bulunuyor. Letonya’nın İsviçre’si gibi garip bir tanımla da anılıyor. Belki o kadar etkileyici bir görüntü yok karşınızda, ama olanı da yabana atmamak lazım. 1991’deki bağımsızlıktan sonra burası biraz önem kazanmış, tanıtımına önem verilmeye başlanmış. Adrenalin sporlarına açılmış ve Sigulda özellikle yaz aylarında epey turist çekmeye başlamış. Ben bu yazıda daha çok işin yürüyüş kısmına eğileceğim.
Sigulda’ya / Sigulda’da Ulaşım
Sigulda’ya Riga içinden sık sık otobüs var. Mevsimlik tarifeyi Riga’daki turizm bilgi ofisinden size vereceklerdir. Trenle ulaşım da bir seçenek, fakat sabah erken saatlerin ardından, öğlene kadar tren yoktu ben oradayken. Eğer bu durum yazın da böyleyse, otobüsle gidip trenle dönüşü düşünebilirsiniz. Trenler de oldukça rahat ve güzel. Yol yaklaşık 1 saat sürüyor. Sigulda içerisinde daha çok yürümenizi öneriyorum, zira yazı da bu amaçla yazılıyor. Yaz aylarında gittiyseniz bisiklet kiralama da bir seçenek.
Sigulda Yürüyüş Turu
Öyleyse başlayalım… Öncelikle tren istasyonu tarafındaki turizm bürosundan haritamızı alıyoruz ve şehrin içine girmeye hazırız. Bir önemli not, 12 numaralı otobüsün dönüş saatlerini de almayı unutmayın.
Zaten karşıya geçtikten sonraki yol sizi ilk durağınıza götürecek. Sigulda Yeni Kale ilk durağımız. Burası bir malikane aslında, 1878 yılında Rus prens Dimitri Kropotkin için yapılmış. İçine giremiyorsunuz, fakat bahçesinde dolaşmakta özgürsünüz. Turistik hediyelik eşya dükkanları da var. Bu bölgede ünlü olduğu üzere örgü işler satıyorlar ve bir de yürüyüş bastonları…
Bu yürüyüş bastonları Sigulda’da meşhur. Her boyutta versiyonunu bulmanız mümkün. Biraz bizim Karadeniz tarafındaki Devrek bastonlarına benziyorlar. Satılan ürünlerin minyatürleri de özellikle sanki aynı yerden çıkmış gibiler.
Yeni Kale’nin hemen yanında Sigulda Ortaçağ Kalesi bulunuyor. 1207 yılında yapılıp, 18. yüzyılda önemli ölçüde zarar görmüş bir kale burası. İçeri giriş 2 Euro.
Şimdi teleferiğe doğru ilerlemeye başlayalım. Yolda karşımıza büyük bir kilise çıkacak. Bu kilise Sigulda Evangelic Lutheran Kilisesi. Sigulda’nın varlıklı iki ailesi tarafından yapılmış ve bu ailelerden birinin kızı tarafından da 1800’lü yıllarda restorasyonu aslına uygun olarak sağlanmış bir kilise burası. Bu kişi sonradan Ortodoks mezhebine geçmiş olsa da kiliseye yardım etmeye devam etmiş. İçeri giriş ücretsiz.
Şimdi sırada teleferikle karşıya geçiş var. Aslında bunu yürüyerek yapmanız da mümkün ve gerçekten bunu tercih edebilirsiniz de. Zira söz konusu mesafeyi düşününce bizim için bu teleferik epey pahalı; tek yön 8 Euro, gidiş – geliş ise 12 Euro. Tek yön binmek bu turu gerçekleştirirken çok daha mantıklı, çünkü gittiğimiz yerden otobüsle döneceğiz.
Teleferikle yolculuk gerçekten zevkli, manzara etkileyici. Altta görülen karayolu köprüsü, uçsuz bucaksız orman ve sonbahar… Ben bindiğime pişman değilim, bunu göze alarak gelmiştim. Fakat binmek istemezseniz inişli çıkışlı bir yol sizi bekliyor karşıya geçiş için. Bu teleferik de durmadan çalışmıyor, saatleri kontrol etmekte fayda var. Özellikle yaz aylarında sanırım, teleferikten bungee jumping yapmak da mümkün.
Teleferikle karşıya ulaştıktan sonra aslında Krimulda’ya ulaşmış oluyoruz ve yürüyüşümüzün en zevkli ve asıl kısmı şimdi başlıyor. İlk durağımız Krimulda Malikanesi (Krimulda Manor House). 1822 yılında Prens Lieven’in yaşaması için inşa edilmiş burası. Bugün hala aslında varlığını koruyan ve amacı o dönem köşke hizmete evrilmiş olan zanaatkarların yaşadığı bir köymüş bu bölge daha öncesinde. Daha doğrusu köy yanıp, tamamen yok olmuş ve ardında 4 kişi bırakmış bu yangın sadece. Ardından bu köşk ile birlikte, köşk için yapılan hizmet binaları da yeni bir yerleşim alanı doğmasını sağlamış.
Malikanenin de hemen yanında ve gideceğimiz yönde bir de kale kalıntıları var. Burası Krimulda Kalesi. 13. yüzyılda şehrin buraya gelmek için teleferiğe bindiğimiz karşı tarafı, yani Gauja Nehri’nin öte kıyısı Riga’ya bağlıyken, Krimulda tarafı Livanian Emirliği tarafından yönetiliyormuş. Bu kale bu dönemde iki tarafında birçok savaşına sahne olmuş ve 1601’de İsveç’in eline geçmiş. Aynı yıl Polonya ordusu, düşmana yar olmasın diyerek kaleyi yıkmış ve kale öylece bırakılmış. Bugün ancak kalıntı düzeyinde bir kısmı görülebiliyor. Kalenin etrafında sonbaharın etkisiyle sapsarı yapraklar var yerlerde ve sur kalıntılarını yosun tutmuş. Görüntü çok güzel. Yürüyüşün şimdi başlayacağından habersizim, hatta göründüğünden daha kısa olacakmış gibi bir his var içimde bu kalenin etrafındayken. Ama henüz her şey hemen hemen yeni başlıyor.
Bu noktadan itibaren Gutmana Mağarası oklarını takip etmeniz gerekiyor. Benim gibi sonbaharda buradaysanız sapsarı yaprakların üzerinden yürüyeceksiniz. Ormanın genel görünümü de farksız. Yağmur yağmıyor neyse ki, çok soğuk da sayılmaz, yürüdükçe ısınıyorum. İyi ki gelmişim demeye başladım bile.
Önce bir süre patika bir yoldan yürüyorum, sonra merdivenler beni aşağı indiriyor. Bu bir açıdan kötü haber, zaten son durağa göre aşağı seviyedeyim, daha da indiğime göre bu inişin bir de çıkışı olacak. Bakalım ne zaman?
İlk olarak karşınıza Gutmana Mağarası çıkacak. Burası dışarıdan her ne kadar öyle olduğuna şaşıracak olsanız da Baltıklar’ın en büyük mağarası ve aynı zamanda Letonya’nın ilk turizm noktası. (Bu kısım da biraz şaşırtıcı galiba?). 🙂 Bir başka ilginç nokta, bu mağaranın duvarlarına insanlar kendi isimlerini yazıyorlar genellikle ve bir iz bırakıyorlar, bu da tamamen bu mağaranın özelliği olarak kabul edilmiş ve kimse karışmıyor.
Mağaranın bir de efsanesi var. 1601 yılında Polonya – İsveç savaşının ardından, biraz sonra anlatacağım Turaida Kalesi İsveç ordusunun eline geçer. Kalenin arşivcisi Greiff, savaştan sonra kalenin dışında yalnızca birkaç aylık bir bebek bulur, bu küçük kızın adını da bulunduğu tarihten dolayı Mayıs anlamına gelen Maija koyar. Kız büyüdükçe güzelleşir ve güzelliğiyle etrafında Turaida’nın Gülü olarak tanınmaya başlar. Karşı tarafta bulunan Sigulda Kalesi’nin bahçıvanı Victor Hails ile nişanlanır Maija ve akşamları Gutmana Mağarası’nda buluşurlar. Gel zaman git zaman, Polonya asker kaçağı Jakubovsky, Maija’ya aşık olur ve onunla evlenmesini ister, Maija ise teklifi reddeder, Jakubovsky ise arkadaşı Skudritis’i Maija’ya yollar ve Victor’dan bir mesaj geldiğini söyler, akşam mağarada her zamankinden farklı bir saatte buluşacaklardır, fakat elbette bu bir tuzaktır.
Maija mağaraya gelip de karşısında Jakubovsky’i görünce bunun bir tuzak olduğunu anlar. Onunla olmaktansa ölüm yeğdir. Boynundaki kırmızı şalın sihirli olduğunu söyler Jakubovsky’e ve der ki “asla kesilemez…” Şal Victor’un hediyesidir. Eğer şalı kesebilirse onunla evleneceğini söyler. Jakubovsky çekinir, fakat bir yandan da inanır, tüm gücüyle şala kılıcını sallar. Şal aslında sihirli falan değildir, dolayısıyla olan Maija’ya olur ve Maija ölür. Bu Maija’nın planlı bir taktiğidir kuşkusuz, Jakubovski ise buna dayanamaz ve gidip kendisini asar. Victor her zamanki buluşma saatlerinde mağaraya gittiğinde Maija’nın ölü bedenini bulur ve o telaşla Turaida’ya geri dönerken baltasını orada unutur. Cinayetle suçlanır, ölüme mahkum edilir.
Efsanenin devamı da var, birazdan; Maija’nın mezarına geldiğimizde devam edeceğim. Şimdi yürüyüş zamanı. Şu anda da takip edeceğimiz oklar Turaida Museum Reserve okları.
Bu sefer çoğunlukla çıkış yapacağınız bir yürüyüş sizi bekliyor. Yanılmıyorsam yaklaşık 45-50 dakikalık bir yürüyüş bu kalan kısım. Yolda devrilmiş ağaçların üzerinden atlayarak ilerliyorum zaman zaman. Hedefim olan Turaida Museum Reserve sağ tarafıma kalmış durumda ve onu geçerek ilerlemeye devam ettiriyor yol beni. Sonradan anlıyorum ki giriş kapısı başka yerde olduğu için yol böyle devam etmekte, yani daha kısa bir yol yok.
Aslında halimden şikayetçi de değilim.
Nihayetinde ulaşıyorum ve giriyorum kapıdan. Yine ilginç bir bilgi, Turaida Museum Reserve tüm Letonya’nın en çok ziyaret edilen müzesi konumunda. Giriş 3.5 Euro. Burası aslında adından da anlayacağınız gibi bir müze kompleksi. İçeride görülecek birçok nokta var. Bunlardan en ilginç olanlarından biri ahşap kilise. Burada daha önce de iki kilise olduğu ortaya çıkarılmış, bugünkü kilise 1750 yılında yapılmış ve bugün halen yapıldığı dönemki gibi gözüküyor. İçi dahil ahşap yapı hakim bir kilise burası.
Kilisenin hemen yanında Maija’nın mezarı bulunuyor. Bu vesileyle gelelim hikayemizin devamına. Yukarıda kaldığımız yerde Victor ölüm cezasına çarptırılmıştı ve uzun bir dönem hikayenin sonu böyle anlatılmış. Fakat neyse ki Skudritis, ne yapacağını merak ederek Jakubovsky’i takip etmiş ve tüm olaya şahit olmuştur. Bu olayları değiştirir, Skudritis tüm gerçeği anlatır ve Victor’u kurtarır. Maija ise işte bu kilisede yakılır ve Turaida’nın Gülü için bu kilisenin bahçesinde bir mezar yeri oluşturulur.
Bu son insanların hoşuna gitsin diye sonradan mı eklendi hikayeye bilinmez, fakat bugün Victor’un kurtulduğu bu haliyle hikaye biliniyor. Biz müze kompleksini gezmeye devam edelim.
Letonya yaşamını anlatan, tarihsel bir müze binası da bu kompleksin içerisinde. Bir de Letonya Halk Şarkıları Tepesi bulunuyor. Tüm bunlardan başka kuşkusuz en çok göze çarpan bölüm Turaida Kalesi. Bu kızıl kale arazinin en ucunda bulunuyor. Tüm birimlerinin içerisinde ayrı bir tarih müzesi mevcut ve büyük kulesinin tepesine çıkılabiliyor. Diyebilirim de nefes kesici bir manzara var.
Yine sonbaharın renkleri, usulca akan Gauja Nehri ve kalenin kızıl surları… Yavaş yavaş dönme vakti. 12 numaralı otobüs, Sigulda merkezine dönüyor. Sık sık olmadığından saatleri önceden almış olmanız burada işe yarıyor. Otobüse biniş ise 50 cent.
Ayrılmadan önce bir de yemek yememiz gerek. Kauja Maja benim önereceğim bir yer. Riga yazısında bahsettiğim Lido gibi, self servis ve oldukça uygun fiyatlı. Burada pilav, yoğurt, et ve lahanadan oluşan tabağımın yanında bir de ekmek ve domates suyu alıyor ve 6.63 Euro ödüyorum.
Yavaş yavaş ayrılık vakti. Dönüşümü trenle yapıyorum. Kalabalık olduğu zamanlarda sanırım ayakta kalma riski olacaktır. Ben çok rahat bir yolculukla Riga’ya dönüyorum. Biraz akşam yürüyüşü sonrasında otelime dönüyorum.
O sarı tonlar hala aklımda. Bu kaleleri bahane edip doğanın içinde bir gün geçirdim aslında ve bu kuşkusuz insana iyi geliyor.
Leave a reply