Berlin Gezi Rehberi

Köln’de “inek”, Hamburg’da başarılı öğrenci / Berlin’de 100. sömestrde yaymayı öğrenirsin / Mitte’de çocukların adı Paule ve Mira’dır / Marzahn’da Britney, Shakira’yla oynamaktadır…

Das ist Berlin

Berlin’in bir gazetesi için yapılan reklamda kullanılan şarkının sözlerinden bir kesit yukarıdaki, klibini de izlediğinizde az buçuk Berlin’e dair bir fikriniz olabilir. Berlin Avrupa’nın en özel şehirlerinden biri bence, yıllarca mesafeli durduktan sonra ilk kez 2016’da gitmiş ve o zaman da hayran kalmıştım, şimdi daha çok sevdim. Eklediğim yeni yerlerle birlikte bu blog’da bulunan 3 ayrı yazıyı tek bir gezi rehberi olarak birleştirmeye karar verdim. Das ist Berlin…

Berlin’e Ulaşım / Berlin’de Ulaşım

Berlin’e Türkiye’nin birçok şehrinden direkt uçuşlar var ve üstelik kampanyalı dönemlerde gerçekten çok uygun fiyatlı biletler de bulunabiliyor, fakat maalesef Berlin Brandenburg Havalimanı bence korkunç bir havalimanı, kapılar doğru dürüst çalışmıyor, uçağa biniş çok uzun sürüyor. Havalimanı tasarım olarak da yeterince basit değil.

Şehir merkezinden havalimanına gelen birçok banliyö ve bölgesel tren var – RB22 – 23 – 24 ve RE 2 – 8 bölgesel trenler, S9 ve S45 ise banliyö trenleri. Bu trenleri bir alt paragrafta bahsedeceğim Almanya bileti ile kullanabilirsiniz, eğer bu biletten almadıysanız Berlin ABC biletinden almanız gerekiyor.

Berlin’in içinde ulaşım ise bir o kadar kolay, U işaretleriyle tanıyacağınız metro, S işaretiyle takip edebileceğiniz banliyö trenleri ve tabii tramvay ve otobüs… Eğer Berlin’de / ya da Almanya’da yeterince uzun vaktiniz varsa aylık 58 Euro’ya Almanya bileti (Deutschland Ticket) alabilirsiniz, bu biletleri tüm Almanya’da, bütün şehirlerdeki toplu ulaşımlarda kullanabiliyorsunuz. Aynı zamanda şehirler arası bölgesel trenlere de binebiliyorsunuz. (İsmi R ve RE olan trenler.) Bu biletin püf noktası her ayın 10’undan önce iptal etmeniz gerektiği, aksi takdirde bir sonraki ayın ücretini de çekiyor. Dolayısıyla diyelim ayın 11’inde ise seyahatiniz, bileti henüz Türkiye’deyken alıp, sonra iptal etmeniz gerek. Biletin süresi ise takvim ayına ayarlı, yani ayın 28’inde de alsanız, süresi aldığınız ayın son gününe kadar.

Bu biletten almayacaksanız Berlin içi ulaşım için, havalimanı ve yazıda bahsedeceğim bir yer harici yerler için klasik Berlin AB bileti yeterli. Bu biletin tek biniş fiyatı 3.8 Euro, eğer metroyla 3 durak, otobüs ve tramvayla 6 durak veya daha az gidecekseniz 2.60 Euro. Günlük bilet ise 10.60 Euro.

Bu bilet fiyatlarını ve Almanya Bileti dahil diğer tür biletleri almak için Berlin toplu ulaşım sisteminin sitesi BVG‘yi kullanabilirsiniz.

Berlin Gezilecek Yerler

Berlin Duvarı

Doğu – Batı Berlin kavramlarını en azından ben bu şekilde düşünmüyordum eskiden, nedense Batı Berlin, Batı Almanya’nın da bizzat içinde bir yer gibi geliyordu. Halbuki Batı Berlin aslında Doğu Almanya’nın içerisinde bir ada, bağlı olduğu ülkeyle hiçbir bağlantısı yok. İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin dörde bölünmüş. Sovyetler Birliği – ABD – Fransa ve İngiltere arasında paylaşılmış ve bu şekilde “sector” denen bölgelere ayrılmış. Sovyetler Birliği kısmı, Doğu Almanya’ya bağlıyken, diğer kısımlar Batı Almanya’nın bir parçası olmuşlar. Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya geçişler de hızlanınca, çok hızlı bir şekilde duvar inşa edilmiş ve aslında Batı Berlin’i içeri hapsetmiş.

Berlin denilince ilk akla gelen yerlerden biri East Side Gallery. Duvarın yıkılma sürecinde Doğu ve Batı Alman sanatçılar anlaşarak dünyanın en uzun galerisini kurmaya karar vermişler, duvarın burada gördüğünüz kadarlık bir kısmı ayakta bırakılmış bu şekilde. Bundan birkaç sene önce hayatta olan sanatçılardan eserlerini yenilemeleri istenmiş, bunu kabul etmeyenlerin eserleri yerine ise duvar orijinal renkleriyla boyanmış.

100’den fazla resim, düzinelerce ressam ve bugün ortaya çıkan görüntü… Duvarın en ikonik resmi olan, Doğu Almanya’nın 30. Yıl kutlamalarında gerçekleşen “the kiss” en çok ilgi gören parçaydı East Side Gallery’de tabii ki.

Berlin’in kuzey istasyonu Nordnbahnof’a çok yakın bir noktada bulunan Gedenkstatte Berliner Mauer / Berlin Duvarı Anı Rotası’na, açıkçası Berlin araştırmalarımın hiçbirinde dikkat kesilmemiştim, ta ki Lonely Planet rehberimin burayı “top choice” kısmına aldığını görene kadar…

Bu bölgenin şöyle bir özelliği var; burası duvarı olduğu haliyle görebileceğiniz birkaç yerden biri olmakla birlikte, harika bir “anıt” özelliği de taşıyor. Kaçış tünelleri, enstalasyonlar… Aynı zamanda duvarın nasıl “ölüm” ile bir arada olduğunu görebileceğiniz –belki de- tek yer. Biraz detaya gireceğim. Nordbahnof’tan başlayayım, öncelikle bu istasyon Berlin’in ikiye bölünmüş olduğu zamanlarda hiç kullanılmamış. O dönemlere dair çok çarpıcı bir de sergi var istasyonun içinde, fakat maalesef bu gittiğimde Nordbahnof baya sidik içerisindeydi, sergiyi tam anlamıyla gezemedim.

Duvar sebebiyle Berlin ikiye ayrılmış durumdayken, S-Bahn’ın bazı hatları doğal olarak hem Doğu hem Batı Berlin’den geçiyor aslında, fakat Doğu Almanya bunu istemiyor. Batı, Doğu’ya hattı kullanma tazminatı veriyor, bunun için bir şart var; trenler asla Doğu’da durmayacak. Bunun için Doğu Berlin’de kalan istasyonlara nöbetçiler yerleştiriliyor, fakat bir süre sonra bu nöbetçiler tren yollarını kullanarak Batı’ya kaçmaya başlıyorlar. Yeni bir çözüm olarak, bu nöbetçiler istasyonlara yapılan kulübelere hapsediliyor, önlerine de bir haber verme butonu konuluyor. Bir aksilik anında, bu nöbetçiler bu butona basıyorlar ve Doğu nezdinde itibarlı olan başka nöbetçiler gelip duruma el koyuyor. Bu anların videoları da Nordbahnof’ta gösteriliyor. Bu geçişler Batı Berlin’de yaşayanların Doğu Berlin ile tek sıcak teması, hiç durmuyor olsalar da…

Duvarın da kaçışları tam engelleyemiyor olması üzerine, 1974’te mevcut duvarın yerine yenisinin yapımı başlıyor, sporcular dahil bir grup insanla yapılan testlerle bu duvarın kaçmayı önleyici olduğuna ikna olunduktan sonra 1980’de duvarın “yeni versiyonu” bölmeye başlıyor Berlin’i ikiye. Burada bulunan sokaklardan biri olan Bergstrasse, Berlin’de ikiye bölünen ilk sokaklardan biri. 1961’de, buradan Batı’ya geçiş kapatılıyor.

Duvarın sonuna doğru, bir kuleye tırmanıp, yukarıdan gözlem noktalarını ve duvarın genel görünümünü izleyebiliyorsunuz. Bölgedeki sokakların girişlerindeki binaların duvarlarında ise, o sokakların 1961 yılındaki hallerini gösteren fotoğraflar var ve durumu anlamanıza yardımcı oluyorlar.

Burada aynı zamanda bir de adını Türkçe’ye “Uzlaşı Kilisesi” olarak çevirebileceğimiz bir kilise var, daha doğrusu varmış. Bugün yerinde bir anıt ve şapel yükseliyor. 1980’lerde kulesi ve binası ayrı ayrı zamanlarda olmak üzere yıkılmış orijinal kilise.

Bugün duvarın olmadığı yerlerde anı plakaları ve duvarın yerini gösteren çizgiler var. Bir kısmında ise parmaklık benzeri yapılar yapılmış. Duvardan kaçış aşamasında başarılı olanlar ve ölenlerin anısı ise o noktalara yerleştirilmiş yuvarlak anı plakaları ile yaşatılıyor.

Bu kuleden itibaren, eski ara bölge arasında kalan sokaklara girmek için ana caddenin bir paralelindeki sokaklara çıkarsanız, orada oluşturulan Berlin Duvarı rotasını yürümeye devam edebilirsiniz. Mauer Park’a kadar devam eden çok etkileyici bir rota burası. Her cadde geçişinde orada olan olayları anlatan sesli – görüntülü – yazılı tabelalar mevcut. Bir apartmanın bahçesinde dahi gözetleme kulesini temsil eden bir anıt vardı. Bu yol boyunca da Berlin Duvarı’nın geçtiği yerler Arnavut Kaldırımı şeklinde döşemelerle belirgin hale getirilmiş.

Bu rotada gene çok çarpıcı bir cümle okudum, “bu duvarın anlamını, yalnızca bunu yaşamış olanlar anlar. Bizi gerçekten korkutan şey, özgürlüğümüzü kaybetmenin ne kadar kolay olduğu…”

Yukarıda bahsettiğim Mauer Park’ta Pazar günleri bir bit pazarı düzenleniyor, Berlin’in en popüler etkinliklerinden birisi.

İki Berlin arasındaki geçiş noktalarının en ikonik olanlarından birisinde sıra, Checkpoint Charlie. Duvarın en turistik bölümü… Aslında birçok sınır kapısından en popüler olanı burası, dönemin diplomatik geçiş noktası bir nevi… Sınır kontrol kulübesi ve önünde Amerikan bayraklarıyla duran askerler, birçok tur otobüsü, birçok kafile, askerlerle çektirilen fotoğraflar ve belli bir ücret karşılığı pasaporta vurulan damga…

Check Point Charlie’den biraz ileride Axel Springer binası bulunuyor. Birleşik Almanya hayalinin bir göstergesi olarak bulunuyor orada, döneminde bir deniz feneri olarak niteleniyor. Bugün yapılan bir heykel ve Berlin Duvarı’nın parçalarıyla selamlıyor geçmişini.

Ben ilk gittiğim dönemde çok da ilgi çekmeyen, ama geçen yıllar içerisinde popülerleşmiş Topographie des Terrors‘te sıra. Burada da Berlin Duvarı’nın bir kısmı görülüyor, aynı zamanda Nazi dönemine dair çarpıcı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Her ne kadar daha önce Dachau, Auschwitz gibi kampları gezdiyseniz, size yeni bir bilgi vermiyor olsa da, Nazi dönemine ait ayrıntılı bilgiler var ilk kez buraya geldiyseniz. Nitekim burası aynı zamanda Gestapo’nun ana birimlerinden biri.

Berlin’in ayrı olduğu dönemde arada kaldığı için unutulmuş, fakat birleşme sonrası şehrin merkez noktalarından biri haline gelmiş Potsdamer Platz da Berlin Duvarı başlığı altında inceleyebileceğimiz bir yer bence. Berlin’in bu kalabalık meydanında ayakta kalan Berlin Duvarı parçalarında yine resimlerin yanı sıra, duvarın bugün Berlin’de nerelerde görülebildiğine dair bilgiler veriliyor. Bir yandan bu meydan, görünüşüyle çağı selamlarken, bu duvar parçaları ve duvarın geçtiği yerleri belli eden anı parke taşlarıyla geçmişini hatırlatıyor. Bu meydanın en ikonik yapılarından biri Sony Center, aynı zamanda biraz ilerisinde birçok markayı bulabileceğiniz (örneğin Türk turistler arasında epey popüler olan Uniqlo gibi) bir AVM var.

Berlin Duvarı bahsini Brandenburg Kapısı ile kapatalım. Berlin Metrosu’nda camlarda siluetini görebileceğiniz bu yapı şehrin sembolü haline gelmiş, duvarın da yapımının başlangıç noktası. Bugün burada Amerikan, Fransız ve İngiliz elçilikleri birbirlerine çok yakın bir mesafede duruyor ve hemen ardından onları Rusya’nın elçiliği takip ediyor.

Almanya Parlamentosu / Bundestag

Berlin’de, Brandenburg Kapısı’nın çok yakınında yer alan meclis binasına yürürken, belki de kasıtlı olarak buralara konulmuş birçok anı noktasına rastlıyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı’nda acı çeken Romanlara, eşcinsellere, Sovyetler’e adanmış bu anı noktalarından geçerek ulaşıyorsunuz meclis binasına.

Bu anıtlardan tabii ki en büyüğü ve etkileyici olanı Holokost için yapılmış olanı. 2. Dünya Savaşı’nda öldürülen Yahudiler için yapılan anıt, olayın etkisini vermek amacıyla klostrofobik bir şekilde düzenlenmiş ve bunu da başarıyor.

Gelelim Parlamento’ya. Burası yakılmış, bombalanmış, yeniden yapılmış tarih boyunca. Duvar tarafından ikiye bölünen Berlin’den de etkilenmiş elbet.

Öncelikle, biraz nasıl ziyaret edileceğinden bahsedeyim. İki seçeneğiniz var, ya ortalama 1.5 saat süren ve izin verilen her yere rehber eşliğinde girebileceğiniz tur ya da sadece cam kubbe kısmına yapacağınız seyir turu…

Tüm meclis binasını gezebileceğiniz tur için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, eğer yer bulamadıysanız ve yine de görmek istiyorsanız ise bu bölgede bir ziyaret merkezi var ve orada şansınızı deneyebilirsiniz. Ama işinizi garantiye almak için meclisin kendi sitesinden rezervasyon talebi gönderiyorsunuz ve uygun bulunması halinde gelen onay yazısı ile birlikte, rezervasyon yaptırdığınız gün ve saatte oraya gidiyorsunuz.

Her iki bölüm için rezervasyon yaptırabileceğiniz siteye erişmek için lütfen tıklayınız.

Meclis binasında, binanın Sovyet işgaline uğradığı dönemde aldığı hasarlar korunmuş. 1945 yılında burada Sovyet ordusunun bayrağı dalgalanmaya başlıyor. Duvarlarda o dönemden kalan yazıları görebiliyorsunuz. 1948 yılında Reichstag binasının önünde bir protesto düzenleniyor, bu protestoda aynı zamanda tarihi bir cümle sarf ediliyor Berlin Belediye Başkanı Ernst Reuter tarafından; “tüm dünyanın insanları, bu şehre bakın…”

Ve tabii ki her ne kadar burayı kullanmamış olsa da, Hitler’in hayaleti tur boyunca sizinle beraber dolaşıyor. Almanya yakın tarihinin çok acı bir sayfasını oluşturduğu için, Berlin’i gezerken olduğu gibi tıpkı, meclis binasını gezerken de bunu hissediyorsunuz. O dönemleri hatırlatan ufak bir anıt da yapmışlar binaya, mecliste görev yapmış tüm Naziler’in isimlerinin önünden, daracık ve karanlık bir koridordan geçer gibi geçiyorsunuz.

Bundestag, 1949 yılında Bonn’da ilk kez çıkıyor tarih sahnesine. O dönemden bugüne, 17 seçim gerçekleşiyor. 1990 yılında, ilk kez tüm Almanya’yı temsil ediyor duvarın yıkılışı ve birleşme sonrasında. 1999 yılında, bu yazının konusu olan bina İngiliz mimar Norman Foster’ın imzasıyla yeniden kullanıma giriyor. 2004 yılında Bundestag’a bağlı üç bina daha inşaa ediliyor.

Bu gezi ücretsiz.

Müzeler ve Kiliseler

Bu kelime anlamı olarak “müzeler adası” anlamına geliyor.  Anlaşılacağı gibi, bu bölgede bulunan birçok müze var, hepsini tek bir anda ziyaret etmeniz vakit darlığında mümkün değil. Dolayısıyla, ya gün sayınıza göre seçimde bulunacaksınız, ya da Berlin’e ayıracağınız zamanı daha uzun tutacaksınız.

Ziyaret edeceğiniz müze sayısı eğer fazlaysa ve vaktiniz varsa, Museumpass almanız kesinlikle yararlı olacaktır. Bunun için şehrin çeşitli yerlerinde bulunan turizm bürolarını kullanabilirsiniz. Üç gün boyunca şehirdeki birçok müzeye giriş hakkı veriyor bu kart size, ücreti ise 32 Euro. (Öğrenci 16 Euro ve Türk öğrenci kartları geçerli.) Museumpass hakkında ayrıntılı bilgi için buradan…

Bir diğer alternatif ise Berlin Welcome Card. Bu karta ulaşım da dahil, isterseniz Museumminsel’deki müzelerin dahil olduğu bir versiyonu da var. Aslında ben Aralık 2024’te gittiğimde ulaşımsız versiyonu da vardı, fakat şimdi sanırım onu kaldırmışlar. Siz yine de web sitesinden kontrol edebilirsiniz.

Aslında Museuminsel’de bulunan müzelerden bizi en çok ilgilendireni Pergammonmuseum, fakat bu müze 2027 yılına kadar kapalı. (En azından Pergammon Altarı’nın bulunduğu kısmın açılma tarihi bu, diğer kısımlar daha önce açılabilir.) Mısır’dan birçok eseri bulunduran Neues Müzesi, Roma ve Yunan Medeniyetleri’ne ait eserler barındıran Altes Müzesi ve Ortaçağ’dan kalma eserler için ise Bode Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz.

Museuminsel’in hemen yakınında ise meşhur Berliner Dome bulunuyor. Burası 1900’lü yılların başlarında yapılmış bir kilise olmanın yanı sıra, bugün müze ve konser salonu olarak da kullanılıyor. Museumpass ile giremiyorsunuz, giriş ise 10 Euro. Manzarası için en çok ziyaret ediliyor sanırım, kubbelere doğru yükseldikçe ortaya çıkan görüntü gerçekten çok güzel. Asansör yok, uzun bir tırmanışla yukarı ulaşabiliyorsunuz, fakat sık sık katlarda durduğunuz ve düz yolda yürüdüğünüz için yorucu olmuyor.

Bir diğer müze de Yahudi Müzesi (Jüdisches Museum). Burası gerçekten çok iyi hazırlanmış ve amacına ulaşmış bir müze, olur da tüm müzeyi gezmeye karar verirseniz en az 4-5 saatinizi içeriye ayırmanız gerekir. Elbette holokostu anlatan bir bölümle başlıyor müze ve ardından Yahudiler’in günlük hayatını, geleneklerini, yaşayışlarını ve tarihlerini anlatan özenle hazırlanmış bir bölüm başlıyor.

Bir diğer büyük ve önemli müze ise Deutsches Technikmuseum, Alman Teknik Müzesi. Alman tarihinin önemli teknolojik dönemeçlerinin yanı sıra, burası dünyanın ilk bilgisayarını da barındırıyor, en azından öyle kabul ediliyor. Müze interaktif bir müze olarak kabul edilebilir.

Gelelim Berlin’in en ikonik yapısı olan TV Kulesi’ne… 1969 yılında yapılıyor bu kule, Doğu Almanya tarafında… Bugün ise turizmin hizmetinde, ben Berliner Dom’a çıktığımdan, hem kuyruğa girmemek için hem de ücret bana epey fazla geldiğinden kuleye çıkmadım. Siz çıkmayı düşünürseniz standart bileti online alırsanız 23.50 Euro, sıraya girip alırsanız 27.50 Euro. Kulenin bulunduğu Alexanderplatz‘ta Türk turistlerin bir diğer sevgilisi Primark’ın da mağazası bulunuyor.

Berlin’de bir de Türkler’in yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg bölgesinden bahsetmek gerek. Sadece Türkler’in değil, buraya gelen birçok turistin uğrak noktalarından biri olmuş bu mahalle, gitgide hip hale gelmiş moda tabirle. Bir yandan aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi, fazlasıyla “Türkiye”, bir yandan ise bünyesinde barındırdığı kafeler, yaşam tarzı ve binalarla diğer turistlere bir “mozaik” sunuyor. Özellikle Neu Köln ile birleştirdiğinizde, bazı caddelerde gerçekten İstanbul’da yürüyor gibi hissediyorsunuz.

Aslında duvar zamanında bu bölge duvara yakın olduğu için Türkler’e verilmiş, fakat duvar yıkıldıktan sonra bir cazibe merkezi haline gelmiş durumda. Aynı zamanda Kreuzberg’e çok yakın bir noktada, Berlin’in eski havaalanlarından biri olan Tempelhof bulunuyor. Burası bugün olduğu haliyle bırakılarak, park haline getirilmiş.  Bir önceki Berlin seyahatimde dondurucu bir soğukta, koca uçak pistini baştan sona yürüdüm ve yüzüme vuran rüzgarın keskin soğuğuna rağmen diğer kapıya kadar azimle gezerek devam ettim. Bu “park” aslında daha çok yaz aylarında popüler.

İkinci gidişimde keşfettiğim müzelerden birisi de C/O Berlin oldu. Ben oradayken 90’lı Yıllarda Berlin başlıklı, oldukça ilgi çekici bir fotoğraf sergisi vardı. Ayrıca müzenin bu sergiye özel hazırladığı Almanca – İngilizce gazete de çok güzeldi. Eğer siz de ilginizi çeken bir sergiye denk gelirseniz, bu müzeye giriş 10 Euro. Güncel sergileri web sitesinden takip edebilirsiniz.

Yine bir önceki gelişimde zaman ayıramadığım DDR Müzesi de bu gidişimde ziyaret etme fırsatı bulduğum bir müze oldu. Doğu Almanya döneminde günlük hayatın nasıl olduğunu görebileceğiniz bir müze burası, meşhur Doğu Alman arabalarından Trabant’a binebiliyor, Doğu Alman evi prototipini gezebiliyorsunuz. Bu müzeye giriş de 13.5 Euro.

Bunlar dışında aklımda kalan bir müze Story Bunker ve Stasi Müzeleri oldu. Bir dahaki Berlin seyahatine diyelim.

Sachsenhausen Memorial & Museum

Burası Berlin’in biraz dışında bulunan bir toplama kampı, Berlin’in merkezinden yaklaşık 1 saat civarında gidebiliyorsunuz. Buraya o yukarıda bahsettiğim Berlin ABC bileti ile gelmeniz gerek, fakat tabii Almanya Bileti’niz varsa ayrı bir bilet almanıza gerek yok.

Buraya 1936 – 1945 arasında 200.000 insan getiriliyor, politik suçlular, Yahudiler, eşcinseller, Romenler… En başta Alman vatandaşları yoğunluktayken, 1944’e geldiğimizde kampta tutulanların %90’ı, çoğunluğu Sovyetler Birliği ve Polonya vatandaşı olmak üzere yabancılardan oluşuyor. On binlerce insan öldürülmüş, 22 Nisan 1945’te kamp Sovyet ve Polonya orduları tarafından özgürleştirilmiş.

Biz burayı gezerken hava karardı, hava kararınca daha ürkütücü bir hal alıyor ortam. Müze kısımları diğer toplama kamplarından çok farklı değil, fakat Berlin’de zamanınız varsa veya daha önce başka toplama kampını gezmediyseniz gidip görebilirsiniz.

Berlin gezilecek yerlerin sonunu ise Ampelmann’la bağlamak istiyorum. 1961 yılında Berlin’de ortaya çıkan Ampelmannlar, zamanla çocuklara verilen trafik eğitimlerinde kullanılmaya başlandı ve bir süre sonra çizgi romanlarda dahi trafik ışığı olmaktan bağımsız bir şekilde karakterler olarak kullanıldı. Birleşme sonrası ilk planda kaldırılsa da, 2005 yılında yapılan kampanyalarla geri getirildi. Ki her ne kadar normalde Doğu Berlin’in bir sembolü olsa da Batı Berlin’de dahi kullanıldı ki bu durum beni kafamı karıştıran bir konuydu gezerken.

Zira bugün dahi ben o ışıkların Doğu – Batı bölgelerinde, eskiden oldukları yerde olduklarını düşünüyordum.Dolayısıyla ilk zamanlar Ampelmann gördüğümde Doğu’da olduğumu düşünürken, Batı Berlin’de olduğuma emin olduğum durumlarda Ampelmann’a rastlayınca garipsedim. Sonradan araştırdığımda ise bu bilgilere ulaştım.

Ampelmann’ın aynı zamanda mağazası da var ve orada Ampelmann baskılı çok güzel ürünler de satılıyor.

Berlin Yeme – İçme

Lino’s Barbecue

Burası çok güzel bir barbekü mekanı. Biz dört kişi gittik ve Lone Star Plate söyledik, bu tabakta menüdeki her et çeşidinden 300’er gram var ki bunlar brisket, pork belly, spare ribs ve jalapeno sosisi. Bu tabağın fiyatı 87 Euro. Ben bir de gözüm doymayınca üstüne pulled pork sandviç söyledim. Her şey çok lezzetliydi.

Cafe Pilz

Çok da yabancı olmadığımız yemekler için oldukça güzel bir mekan, gitmeden epey önce yer ayırtmanız gerekiyor. Biz ortaya birçok meze söyledik, humus, tabule, muhammara gibi… Yanına da şarap. Biraz uzak bir noktada merkeze, ama gittiğinize değecektir.

Nefis Gemüse Kebap

Artık Türkiye’de de gitgide yaygınlaşan bir kavram Alman Döneri… Aslında çok ilginç bir şekilde Almanya’yla aramızda bir gerilim unsuru haline de geliyor, Alman Cumhurbaşkanı buraya gelirken döner getiriyor, biz dönerin tescili için başvurunca Almanya itiraz ediyor… Yani döner geri dönülmez bir şekilde Alman kültürünün bir parçası haline gelmiş durumda. Burası da bu döneri en güzel yapan yerlerden biri olabilir, Almanya’da döner sebzeli ve soslu olarak servis ediliyor ve gerçekten çok lezzetli. Berlin’de döner mi yiyeceğim demeyin, bir şans verin. (Bir diğer seçenek olan ünlü Mustafa Gemüse Kebap’tan burası daha güzel bence.)

Hako Ramen

Gördüğünüz gibi Alman yemeklerinden ziyade, uluslararası yemeklerle devam ediyoruz, biraz da Uzakdoğu mutfağı… Aslında Alman mutfağını Münih’te yeterince tattığım için, Berlin’de ona pek hevesim kalmamıştı, nitekim bu kadar karma bir şehirde zaten her mutfağın güzelini bulmak mümkün. Burada da ramen gerçekten çok başarılı. Bir uğramanızı öneririm.

Clou. – The tiny Tapas

Burası yeni açılmış bir mekan, nitekim biz gittiğimizde henüz menüde olmayan mantar çorbası gibi seçenekleri denememiz için getirdiler, fakat çalışma saatleri biraz ilginç Google Maps’te bu saatleri güncel tutuyorlar zannediyorum, eğer gitmeye niyetlenirseniz kontrol edebilirsiniz. Tren garına yakın bir noktada, şık bir restaurant. Ben tavsiye ederim.

Tüm bunlar dışında Barn’ın kahvelerini, yine eğer eve çekirdek almak isterseniz Berliner Kaffeerösterei’ın kahve çekirdeklerini beğeniyorum.

Berlin bir derya deniz, defalarca gitsem de sıkılmayacakmış gibi hissettiğim bir şehir ve olur da dolaşırken kafanıza yatmayan bir şey görürseniz, unutmayın, das ist Berlin.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *