Bir zamanlar Maximiles kredi kartının dergilerde reklamları olurdu, mesela reklamda bir karikatür olur, diyelim ki Milano, üzerinde “Milano’da herkes çok mu şık” diye bir soru sorulur, cevabı da “gitmeden bilemezsin” diye bence acayip tahrik edici bir cümle ile verilirdi. Yani benim açımdan hedefi tam 12’den vuran bir cümle idi bu… Neyse lafı çok uzattım, normal saatlerde herkes işinde gücündeyken herkes çok şık değil, sadece bazı turistler nereye geldiklerinin bilincinde olarak tarz yarışına girmiş gibi dolaşıyorlar sokakta. Ama bir kez öğlen tatili oldu mu, jilet gibi giyinmiş adamlar, en şık halleriyle kadınlar dökülüveriyor ortaya. Evet, herkes değil ama, İtalyanlar çok şık çoğunlukla, öyle ki onlar çıkınca kendinizi bir kötü hissediyorsunuz, ben en azından şort – tişört dolaşırken öyle oldum. Nitekim reklamlarda olmasa da kendi sorduğum sorulardan birinin cevabını artık gittim ve biliyorum…
Milano’ya / Milano’da Ulaşım
Milano’ya ulaşmak için üç havalimanı seçeneğiniz var teoride, fakat bunlardan şehre en yakın olan Linate Havalimanı’na Türkiye’den herhangi bir direkt ulaşım mevcut değil.
İlk seçeneğiniz Milano – Bergamo Havalimanı olarak geçse de alan aslında tam olarak Bergamo şehrinde. Bunu fırsat bilip Bergamo’ya da bir gün ayırabilirsiniz. Öyle bir vaktiniz yoksa da Bergamo’dan Milano’ya direkt otobüsler var. Bunun için gidiş geliş 20 Euro civarı bir para vermeniz gerekiyor. Eğer Bergamo’ya gidecekseniz şehir merkezine gidiş 2.40 Euro, 24 saatlik bilet 5 Euro. Bununla Bergamo’nun tarihi şehrine çıkan funikülere de binebiliyorsunuz. Bergamo’dan Milano’ya trenle ulaşım da gideceğiniz istasyona göre 4.90 – 5.40 Euro arasında değişiyor. Bilet fiyatlarını trenitalia ya da trenord‘un sitelerinden kontrol edebilirsiniz. Bu havalimanına Pegasus ve Anadolujet uçuyor.
İkinci seçeneğiniz ise Malpensa Havalimanı, burası Milano’nun ana limanı diyebiliriz. Şehre 45 dakika mesafede. Malpensa Express adlı tren ile tek yön 13 Euro vererek şehre ulaşabiliyorsunuz, otobüsler ise 10 Euro. Buraya gelmek istiyorsanız ise yapmanız gereken İstanbul Havalimanı üstünden THY ile ya da İzmir’den Sun Express ile uçmak.
Şehirlerarası tren biletlerinde “validate here (bileti onaylatın)” şeklinde bir uyarı olsa da pratikte artık onaylatmanıza gerek yok. Bileti aldığınız saatten itibaren aldığınız yönde 3 saat boyunca geçerli bu biletler.
Milano’nun şehir içinde ise merkezde kalıyorsanız ulaşıma çok fazla ihtiyacınız olmayacak. Fakat eğer benim gibi sezonun göbeğinde gidiyorsanız merkezdeki otel seçenekleri genellikle çok pahalı, özellikle güncel kurlarla düşünürsek. Merkezin biraz dışına çıkarsanız ise otel fiyatı hem düşmüş oluyor, hem de ulaşım bileti alsanız bile aradaki fark kapanmıyor. Milano’da ulaşım tek biniş 2 Euro, günlük bilet 7 Euro, eğer yeterince gününüz varsa ise 3 günlük bilet 12 Euro. Üç günlük bileti yalnızca makine ya da kiosklardan alabiliyorsunuz, diğer biletleri ise Milano’nun İETT’si olan ATM’nin uygulamasından almanız mümkün. Dikkat etmeniz gereken nokta, biletiniz günlük ya da 3 günlük olsa da her binişinizde makineye okutmanız gerekiyor. Otobüs ve tramvayların en ön ya da en arka kapısından bindiğinizde fiziki biletleri okumanız için gerekli olan makineyi göreceksiniz.
Ben Milano’da merkeze yürüyerek 30 dakika mesafedeki Hotel Capri’de kaldım, eğer lüks aramıyorsanız bir fiyat / performans oteli. Odalarında tek eksik bence buzdolabıydı. Ben meteoroloji konusunda her daim çok şanslı olduğum için Haziran ayında çöl sıcakları denk geldi ve merkeze her seferinde otobüs ya da tramvayla gittim. Almanya’da da kutup soğuklarını denk getirip her gördüğüm kiliseye girerek ısınmıştım, herhangi bir olağandışı hava koşulunu yakalamak benim işim galiba.
Milano Gezilecek Yerler
Duomo di Milano ve Çevresi
Milano dediğimizde akla gelen en ikonik yapı elbette Duomo… Şehrin tam merkezinde. Aslında 1387 yılında tasarlanıp başlanıyor yapımına, fakat bugünkü halini alması ancak 1805 yılında Napolyon’un Duomo’yu bitirmeye karar vermesiyle oluyor. 3000’den fazla öge ekletiyor katedrale, bugün görülen bu heykel ve büstlerin birçoğu da 19. yüzyıl yapımı. Katedral’e şöyle bir bakmak istiyorsanız herhangi bir ücret ödemenize gerek yok. Fakat rahat rahat gezmek istiyorsanız 5 Euro vermeniz gerekiyor. Ben ayrıca katedralin tepesine de çıkmanızı öneririm. Bunun için iki seçeneğiniz var, eğer asansörle çıkacaksanız 20 Euro, merdivenle çıkacaksanız 15 Euro vermelisiniz. Merdivenler çok yorucu değil, hava çok sıcak olsa bile çıkınca bir süre sonra nasılsa serinleyeceksiniz. Eğer yüksek sezonda gidiyorsanız biletinizi önceden almanız size zaman kazandıracaktır. Biletinizi Duomo’nun kendi sitesinden alırsanız bilet aldığınız tarih ve saatte geçerli olacak, buradan bakabilirsiniz. Ben biletimi getyourguide üzerinden aldım, böyle yapmamın sebebi ise biletin 3 gün boyunca geçerli olması. 1 euro fark verdim yalnızca. Bunu hava güzel olduğunda ve gökyüzü mavi olduğunda Duomo’ya çıkmak istemem sebebiyle yaptım, bunun için biraz esneklik istedim. O bilete de buradan bakabilirsiniz.
Duomo’dan çıktığınızda ilk seçeneğiniz Museo del Novecento olabilir. Musolini’nin de halka hitap ettiği, faşist dönemin hükümet binası bugün bir sanat müzesi. Müzenin bir bölümünde faşist dönemin “umuda yer olmayan” eserlerine de yer verilmiş. Diğer bölümlerinde ise dadaizm’den, futurism’e çeşitli akımların en başarılı örneklerini görebiliyorsunuz. Giriş 10 Euro, eğer kaleyi de ziyaret etmek istiyorsanız devlet müzelerinde geçerli kombine müze bileti ise 12 Euro, bu bilet 3 gün geçerli. Önceden bilet almanıza gerek yok.
Bu müzeden çıktıktan sonra Palazzo Reale‘nin avlusunda dolaşabilir ve eğer ilginizi çekiyorsa buradaki güncel sergileri de gezebilirsiniz. Giriş 14 Euro. Ben burayı es geçiyorum ve bir başka ikonik mekan olan Galleria Vittorio Emanuele II‘ye gidiyorum. Bu pasajda Prada, Louis Vitton gibi çok pahalı markaların mağazalarını gezebilir, yapının mimarisini doya doya seyredebilirsiniz.
Bu pasajdan geçtikten sonra ünlü La Scala Tiyatrosu‘nun oraya çıkıyoruz. Ünlü Türk soprano Leyla Gencer’in de sahne aldığı bu tiyatroda bir şey seyretme şansı yakalayamadım, fakat yine de tiyatroyu görmek için müzesini ziyaret ettim. Giriş 9 Euro. Fakat burada bir eser seyretmeyince tamamen o havaya girmek çok mümkün olmuyor gibi, en azından ben çok hissedemedim mekanı. Belki siz de bu sebeple es geçmek isteyebilirsiniz.
Duomo çevresinde Piazza Mercanti üzerinden yürüyerek Milano Borsası’nın önündeki ünlü Il Dito / L.O.V.E heykeline bakalım bir de. Bu aslında yalnızca orta parmağı olan, diğer parmakları kırılmış bir elin heykeli. Kırılan parmaklar İtalyanca özgürlük – nefret – kan davası ve sonsuzluk anlamlarını temsil ediyor. Bu “hareketin” borsa binasının önünde olması da ister istemez bir tatmin duygusu veriyor.
Brera Bölgesi ve Sforzesco Kalesi
Milano’nun bir nevi “tarihi bölgesi” Brera’da kuşkusuz en ilgiyle göreceğimiz yer Pinacoteca di Brera. Güzel Sanatlar Akademisi’nin üst katında, Milano’nun Louvre’u olarak da geçen bir sanat müzesi burası. Bir zamanlar saray olarak da kullanılan bu bina müze dışında dahi çok ilgi çekici bir yer. O “okul” havasını hissetmek bile iyi geliyor. Avlusunda sizi bir Napolyon heykeli karşılıyor. Pandemiden sonra biraz “çığrından çıkan” İtalyanlar, burada da her turist Milano’ya doyamayıp üç ay boyunca sürekli geliyormuş gibi müzeye girişi Brera Card isimli bir karta bağlamış durumda ve bu kartla üç ay boyunca istediğiniz kadar müzeye gelebiliyorsunuz. Milano’yu bir kez ziyaret edecek biz “sıradan” turistler için ise ek bir seçenek sunulmuyor. Bu kartın fiyatı 15 Euro ve gitmeden önce almak şart. Biletler için buraya tıklayabilirsiniz.
Müzede en önemli eserleri görmek istiyorsanız harita üzerinden takip edebilirsiniz. Tüm eserleri hakkıyla gezmek için en az yarım gün ayırmanız gerekiyor. Müzenin bir bölümünde bizim için de önemli olan bir tablo var. Bu Bellini’nin bir tablosu, Fatih Sultan Mehmet tarafından davet edildiği İstanbul’dan izler taşıdığı söyleniyor. Tabloyu müzede ziyaretçilere anlatan isim de tanıdık: Orhan Pamuk. Pamuk’a göre tablo doğu ve batının bir karışımını taşıyor. İstanbul’u biraz bozuyor ve Venedik’teki San Marco Meydanı’na İstanbul dikilitaş’ını, develeri, Memlük mimarisini katıyor.
Müzede çok önemli isimlerin eserlerini göreceksiniz. Aynı zamanda ilginç olan bir Napolyon heykeli de var, bunun ilginç olmasının sebebi ise Napolyon’un Yunan heykelleri gibi çıplak tasvir edilmesi ve Napolyon’un aslında bundan rahatsız olması…
Buradan Brera sokaklarını dolaşarak Sforzesco Kalesi arazisine girebiliriz. Kalenin müzelerini gezmek istemiyorsanız avlusunu ve bir zamanlar kalenin bir parçası olan Sempione Parkı’nı dolaşmak ücretsiz. Müzelere girmek isterseniz ise tek başına kale 5 Euro ve biraz önce bahsettiğim devlet müzelerini kapsayan kombine bilet ise 12 Euro. Müzelerde eski İspanyol Hastanesi bölümünde Michelangelo’nun son eserini görmeniz mümkün. Parkta da oradaki büfelerden birkaç Euro karşılığı plastik bardakta da olsa Aperol ya da Campari gibi İtalyan içkilerini alıp, onları yudumlayarak dolaşabilirsiniz.
“The Last Supper” ve Çevresi
Milano gezisini yapmamın en önemli sebeplerinden birisi İsa’nın Son Akşam Yemeği olarak bildiğimiz Leonardo da Vinci eserini görmekti. Cenacolo Vinciano olarak geçen bu “müze” Milano’nun en etkileyici parçalarından biri bence. Biraz önce bahsettiğim İtalyanlar’ın çığrından çıkma hali burada da yaşandı. Ben aslında Mart 2020 için Milano bileti almıştım ve bu eseri görmek için biletimi de önden ayarlamıştım – çünkü yer bulmak “imkansıza” yakındı o zamanlar. Pandemi patlayıp da sınırlar kapanınca tabii ki gidemedik ve İtalyanlar bu biletlerin üstüne bir güzel çöktüler. Bunları 2 yıl ve yalnızca bu müzede geçerli çek haline getirdiler iade etmek yerine. Bu çeklerle biletimi yeniden aldım. Siz de bu eseri görmek için biletinizi mümkünse 1 – 1.5 ay önce almalısınız, aksi takdirde yer bulmak zor oluyor. Biletinizi resmi satış kanalı olan buradan alabilirsiniz. Giriş 15 Euro.
Girdikten sonra The Last Supper’ın karşısında 15 dakikanız olacak. Sesli rehber almak yerine telefononuza Cenacolo Vinciano uygulamasını indirirseniz içeride konum bazlı çalıştırıp, telefon kamerası aracılığıyla da sesli rehberlerden daha güzel bir anlatım dinleyebilirsiniz.
Bu eser bugüne epey badireler atlatarak gelmiş. “Yüksek rönesansın” başlangıcı olarak kabul ediliyor. İçerisinde barındırdığı birçok simge bugün hala tartışılıyor, üzerine düşünceler – fikirler üretiliyor.
Müze biletinizi bastırmak için yarım saat önce gelmenizi isteseler de benim gördüğüm kadarıyla bu çok da şart değil, yine de eğer erken gittiyseniz beklerken bu freskonun da bir parçası olduğu Basilica di Santa Maria delle Grazie’yi gezebilirsiniz.
Milano’da birkaç başka “son akşam yemeği” yorumu da göreceksiniz. Bunlardan biri Brera Müzesi’nde. Biri Da Vinci’nin eserine yakın bir yerde bulunan ve Arkeoloji Müzesi’nin hemen yanında bulunan Chiesa di San Maurizio al Monastere Maggiore‘de. Ayrıca bu kilisenin içerisi gerçekten oldukça ilgi çekici başka freskolar da barındırıyor. Atlamamanızı öneririm.
Bir başka “son akşam yemeği” yorumunu da bu bölgenin ve şehrin biraz dışında bulunan Santa Maria della Passione‘de görebilirsiniz.
Cenacolo Vinciano’nun hemen karşısında Leonardo da Vinci’s Vineyard isimli bir tık para tuzağı gibi duran bir yer var. Giriş 15 Euro. Eğer bu kadar Da Vinci de yetmez bana diyorsanız Museo Nazionale della Scienza e della Tecnologia Leonardo da Vinci isimli müze de imdadınıza yetişiyor. Da Vinci’nin modellerinin de sergilendiği bu müzeye giriş 10 Euro.
Bu bölgeden ayrılmadan önce Basilica di Sant’Ambrogio’yu görelim. Milano’nun koruyucu azizi adına yaptırılmış bu bazilika. Kızıl rengi ve görkemli görünüşüyle görmeye değer. Giriş ücretsiz.
Milano’nun içindeki “Venedik” burası… Özellikle kanal kenarında dizili mekanlarda akşamüstü gelip biraz sonra bahsedeceğim aperitivo kültürüne tanık olmak, hem de güneşi kanalların üzerinde burada batırmak çok keyifli olacaktır.
Kanal kenarlarında yürüyüş yapıp gözünüze kestirdiğiniz herhangi birine oturabilirsiniz. Ayrıca Basilica di San Lorenzo da gelmişken atlamayıp görebileceğiniz bir yer.
Isola
Milano’nun “hip” bölgesi Isola bir yandan göçmenlere ve expatlar’a ev sahipliği yapıyor, bir yandan Milano’nun “yeni” yüzünün gölgesinde yaşıyor. Finans merkezleri, holdingler, beyaz yakaların çalışma mekanları olan camlı gökdelenlerin altında bulunan Isola size Milano’nun farklı bir yüzünü gösterecek.
Isola’nın sokaklarında çok güzel sokak sanatı örneklerine rastlayabilirsiniz. Binaların duvarlarında bulunan graffitilerin bazıları gerçekten çok güzel. Aynı zamanda çoğunlukla “yerel insanların” takıldığı kafelerde de aperitivo yapmak bir alternatif.
Isola bölgesinin hemen sınırında bulunan şehir mezarlığı Cimitero Monumentale ise Milano gezinizde asla atlamamanız gereken bir durak. Şehrin zenginlerinin “en gösterişli mezar yeri” yarışı burayı bir açıkhava müzesine çevirmiş. Avrupa’nın başka yerlerinde de böyle şatafatlı mezar örnekleri görülebiliyor, onlara da aşinaysanız neden burayı da atlamamanız gerektiğini biliyorsunuz demektir.
Mezar yerinin girişinde danışma bölümünde bulunan standlardan bir de harita alırsanız “anlamı olan” mezar yerlerini de oradan ve arazinin her yerine koyulmuş panolardan da takip edebilirsiniz.
Fondazione Prada
Son olarak yukarıdaki bölgelerin hiçbirine koyamadığım için ayrıca bahsetmek istediğim bir müze var. Bizdeki Koç ya da Sabancı Vakıfları’nın müzeleri ya da İstanbul Modern gibi değerlendirebileceğiniz bir modern sanat müzesi burası. Güncel sergilerini kontrol edip görüp görmeye değmeyeceğine karar verebilirsiniz. Ben Useless Bodies isimli bedenimizin işlevini sorgulayan bir sergiye denk gelip ilgimi çekince görmek istedim. Müzeye girmeseniz bile endüstri mimarisinin örneği olan bir alana kurulmuş bahçesini gezebilirsiniz. Giriş 15 Euro. Aldığınız biletle vaktiniz olursa şehir merkezinde Emmanuel II’de bulunan diğer şubesine de girebilirsiniz.
Milano Yeme – İçme
Milano’daki yeme – içme kültüründen biraz bahsetmek istiyorum öncelikle. Restaurantların bazılarında “capetto” diye bir kalem göreceksiniz hesabı istediğinizde, bu hesabınıza servis ücretinin eklendiği anlamına geliyor, o sebeple yeniden bir bahşiş bırakma telaşına girmenize gerek olmuyor. Eğer eklenmediyse ve hizmetten de memnun kaldıysanız restaurantlarda %10 bahşiş bırakmanın “iyi” olduğu söyleniyor.
Kahvaltı dediğimizde çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi bizdeki kahvaltı benzeri bir şeyle karşılaşma ihtimaliniz pek yok. İtalyanlar daha çok “kornetto” dedikleri kruvasan ve yanına bir cappucino ile kahvaltı yapıyorlar. Hatta sabah kahvaltıda “doyma” kavramına o kadar uzaklar ki en son isyan edip iki kruvasan istediğimde, bunun yalnızca benim için olduğunu anladığında kadının bana bakışlarını unutmayacağım.
Sabah cappucino içen İtalyanlar gün içerisinde kahve içecekleri zaman espresso tercih ediyorlar, hatta bir yere girip “bir kahve” dediğinizde önünüze espresso gelmesi bekleniyor ama bu mit ben her kahve istediğimde bana “espresso mu” diye sorulmasıyla benim açımdan bozuldu, turistlerin kahve isteklerinin espresso olduğundan emin olmak istiyorlar diye yorumluyor ve üstüme alınmıyorum.
Gelelim önemli öğünlerden birine – aperitivo. Bu aslında bir nevi yemek öncesi atıştırma, genellikle saat 6 – 8 arası gibi bir dönemde, belli bir ücret karşılığı içkinin yanında gelen atıştırmalık tabağı ya da bazı yerlerde açık büfe anlamına geliyor. Özellikle Navigli’de oldukça güzel örneklerini bulabilirsiniz, kapıda yazan ücretler genellikle belirli içkiler için geçerli, farklı içkiler için fiyatlar değişiyor, mesela kapıda aperitivo ücreti olarak yazan 6 Euro birkaç çeşit şarap için geçerliyken, siz bir kokteyl ya da başka bir şarap içmek isterseniz bu ücret 9 Euro olabiliyor. Bir yere oturduğunuzda menüden bir içki seçip “aperitivo” demeniz eğer açık büfe olan bir mekanda değilseniz önünüze atıştırmalıkların gelmesi için yeterli. Bunlar genellikle dilim pizzalar, soslu ekmekler, zeytin ve peynir gibi şeyler oluyor.
Ayrıca tüm bu yeme içme kültüründe yine bir mit daha yıkılıyor, aman efendim saat 6’dan sonra bir şey yemeyin, akşam yemeğinde zinhar hamur yemeyin, ekmeği hayatınızdan çıkarın gibi mitleri yıkıyoruz hep birlikte. Bu İtalyanlar saat 6’da içkilerinin yanında atıştırmalık yiyor ve sonra akşam 9.30 – 10.00 gibi pizzaları, makarnaları götürüyorlar. İtalyanlar’ın Avrupa’nın en uzun ömür beklentisine sahip halklarından biri olduğunu hatırlatmak isterim.
Orsonero Coffee
Öğün öğün gidelim ve kahveden başlayalım. Burası Milano’daki “nitelikli” kahve dükkanlarından birisi, sabah açılış saatinden itibaren önünde belli bir miktar kuyruk oluyor. Cappucino 2 Euro, kruvasan 2 Euro. Kahveleri gerçekten lezzetli, eğer evinize de getirmek isterseniz kahve paketlerinin 250 gramı ortalama 18 – 20 Euro arasında değişiyor.
Cafezal Torrefazione Speciality Coffee
Bir başka nitelikli kahve dükkanı… Flat white 3.8, kruvasan 1.5 Euro. Kahveleri Orsonero kadar iyi değildi… Sforzesco ve mezarlığın hemen hemen ortasında bulunuyor, bu ikisinden birini ziyaret öncesinde kahvaltı yapılıp, geziye devam edilebilir.
Starbucks Reserve Roastery
Bir gezi yazısında bir gün yeme – içme bölümüne Starbucks koyacağımı tahmin etmezdim. Starbucks İtalya’da uzun süre tutunamayıp, en sonunda bu müze gibi mağazasıyla kalıcı olmayı başarmış. Kahvelerinin standart Starbucks kahvelerinden çok farkı yok -yani benim için iyi değiller- ama mağaza gezmeye değer. Gidip bir göz atın derim her türlü.
Milano’da gittiğiniz her yerde, gördüğünüz her sokakta kahve içebileceğiniz bir yer göreceksiniz. Kahve konusunu burada kapatıp yeme kısmına geçiyorum.
Twist on Classic
Navigli’de kanal kenarında bulunan bu bar’da aperetivo yaptım bir gün. Kapısında 6 euro olduğu yazıyordu, ama biraz önce bahsettiğim gibi bu yalnızca bazı içkiler için geçerli. Ben içmelere doyamadığım Aperol Spiritz ile aperetivo yapmayı tercih ettim ve fotoğrafta gördüğünüz tabakla birlikte 9 Euro ödedim.
Farini
Ben genelde her gezimden önce birçok yeme – içme yeri planlarım, fakat gezerken gözüme mutlaka bir yer çarpar ve oraya da otururum. Bu her zaman çok güzel, özel bir yer olmak zorunda değil. Farini de başka şubeleri de olan bir yer, ama bahçesinde insanlar o kadar mutlu oturuyorlardı ki adımlarım otomatik olarak içeri yöneldi. Burada da aperitivo yaptım ve yine Aperol Spiritz tercih ettim. Burada da 12 Euro hesap ödedim bu fotoğraftaki masaya.
Luini
Burası bizdeki pişi benzeri panzerotti adı verilen hamur işi bir yiyeceğin yapıldığı, epey turistik ve ünlü bir mekan. Öğlen atıştırmalığı için hem hızlı, hem de ekonomik bir seçim. Panzerottiler’in boyutları epey büyük, bir tanesiyle doyarsınız. Kızarmış ve fırında yapıyorlar. Fiyatları ortalama 2.5 – 3 Euro arasında değişiyor.
Panini de Santis
İtalya’ya kadar gelip de panini yemeden gitmek olmaz. Burası da Son Akşam Yemeği çıkışında eğer zamanınız uygunsa öğlen yemeğinizi yiyebileceğiniz bir “panini barı.” Fiyatlar bu tarz bir ürün için TL’ye çevirdiğinizde yüksek gelebilir, 10 – 12 Euro arasında değişiyor. İçecekler de ortalama 5 Euro.
Maruzella
Hem turistlerin, hem de İtalyanlar’ın ilgi gösterdiği bir mekan. Genişçe bir bahçesi de var. Ben burada Milano’ya özgü safranlı “Risotto Milanese” ve yanına (yine) Aperol Spiritz tercih ettim. Risotto gerçekten başarılıydı. 23 Euro hesap ödedim.
Pasta d’autore
Ev yapımı makarnalar yiyebileceğiniz bir mekan. Rezervasyon yaptırmanızda fayda var. Ayrıca her gün farklı çeşit makarnalar da yapıyorlar. Siz temel olarak menüden içerik ve makarna çeşidini seçiyorsunuz. Burada ben günün makarnalarından biri ve prosecco aldım. 25 Euro hesap ödedim.
Berbere Pizza
Burayı Isola bölgesinde açılan “kraft ve hip” bir pizzacı olarak okumuş, merak edip gözüme kestirmiştim. Sonra şehirde de şubesini görünce bir gün öğlen burayı tercih ettim. Kağıt üstünde durduğu kadar iyi değil, çalışanları da biraz soğuk. Pizzalar 7 – 12 Euro arasında değişiyor. Ben Speck pizza ve bir de bira aldım, su ve servis ücretiyle birlikte. 18.3 Euro hesap ödedim.
Navigli kenarında bir şarküteri burası… Küçük ya da büyük tabak seçiyorsunuz, karışık et – peynir ve salata tabağı hazırlatabiliyorsunuz. Eğer domuz eti yememeyi tercih ediyorsanız yalnızca peynir tabağı da hazırlatabilirsiniz. Ben et – peynir ve sebzelerden oluşan küçük tabak hazırlattım -gerçi büyük yemediğim için şu an biraz aklım gitmiyor değil ama aperitivo etkisindeydim halen. Yanında prosecco ile birlikte 16 Euro hesap ödedim. Mutlaka rezervasyon yaptırın, tercihen birkaç gün önceden.
Pandemi sonrası ilk uçaklı yurtdışı gezim olması sebebiyle Milano bende özel bir yere sahip oldu bile. Seyahat etmeyi, bir şehrin sokaklarında yürüyüp kaybolmayı ve farklı yerler görüp, farklı şeyler yemeyi çok özlemişim ve Milano da hayalkırıklığına uğratmayan, güzel bir “yeni başlangıç” oldu.
“Akdeniz” her zaman iyidir zaten!
Leave a reply