Gökçeada Gezi Rehberi

Türkiye’nin en batısında, ülke sınırları içerisinde güneşin en son battığı nokta Gökçeada, umduğumdan daha fazlasını verdi bana. Lafı fazla uzatmadan konuya girelim.

Gökçeada Gezisi Haritası

Gökçeada Nedir?

Gökçeada, Lozan’da Türkiye’ye bırakılan iki adadan biri oldu Ege’de (diğeri Bozcaada). Rum nüfusu İstanbul ve Bozcaada Rumları ile birlikte mübadeleden muaf tutuldu. (Yunanistan tarafında da Batı Trakya Türkleri mübadeleye dahil edilmedi.) Gökçeada’nın nüfusu tamamen Rumlar’dan oluşmaktaydı. Fakat 1946 yılında ilk Türk yerleşimciler Karadeniz’den Gökçeada’ya getirildiler.

1960 yılında bu taşıma hızlandırıldı, Rum okulları kapatıldı. kiliselere zarar verildi. O dönem adanın %90’ı Rum nüfustan oluşurken, bu insanlar adayı terk etmek zorunda bırakıldı ve ada 1970 yılında İmroz’dan Gökçeada’ya dönüştürüldü. Bu nüfusun bir kısmı geri döndü, fakat eski güzel günlerden çok uzak Gökçeada. Halen yerleşimin yoğun olduğu üç Rum köyü kaldı. Rum nüfusun birçoğu yazın buradaki evlerine gelip, kışın Yunanistan’a dönmeyi tercih ediyor. Genç nüfus ancak yaz tatili kapsamında adayı ziyaret ediyorlar. Rum İlkokulu’nda çok az öğrenci var, neredeyse özel ders misali ders veriliyor.

Maalesef sonradan kurulan Türk köylerinde bir estetik kaygı ön plana çıkarılmadı ve yine betona değer verildi. Bugün ada gitgide popülerleşirken, yeni yapılan inşaatlar adeta bir hançer etkisi yaratıyor baktığınızda.

DSC08112

Gökçeada’ya Nasıl Gidilir?

Gökçeada’ya gitmenin tek yolu şu an Kabatepe’den feribota binmek… Çanakkale’den yapılan arabasız deniz otobüsü seferleri durdurulmuş durumda.

Özellikle yoğun sezonda feribot biletlerinizi Gestaş’ın sitesinden online olarak almanız yararlı olacaktır, aksi takdirde 2 saatte bir yapılan seferleri çok uzun süre beklemeniz gerekebilir. Online biletiniz olduğu takdirde sıraya girmeden, doğrudan içeri girebiliyorsunuz, fakat feribot kalkış saatinden 15 dakika önce orada olmazsanız feribot biletiniz otomatik olarak yanıyor.

Gestaş aşırı mantıklı bir hareket yaparak, pandemi sürecinde online bilet uygulamasını kaldırdı ve temassız bir ulaşım sağlayabilecekken, artık bilet almanızın tek yolu maalesef gidip feribot sırasına girmek. Yani aşağıdaki kısımda değişen bir şey yok gibi duruyor. Eskiden herkes için geçerli olan Gökçeada feribot biletinizle Çanakkale Boğazı geçişlerinden yararlanmanız artık fiilen ancak Çanakkaleli olmanıza bağlı. 

Gestaş’ın iyi bir işletme olduğundan söz etmek mümkün değil. Feribotlar konforlu olmaktan uzaklar, ücretleri sık sık arttırıyorlar ve sefer saatlerini kafalarına göre değiştirebiliyorlar. Maalesef adaya gidiş için tek seçenek durumundalar.

Biraz olumsuz durumlardan bahsettim, şimdi artık keyfimizce adayı anlatmaya başlayalım. Belki sizin Gökçeada’ya asıl gitme sebebiniz deniz tatili olabilir, fakat ben önce köylerden ve yemek yediğimiz yerlerden başlayacağım.

Gökçeada’nın Köyleri

Yukarı Kaleköy

Adanın ünlü restaurantı Poseidon bu köyde yer alıyor. Poseidon’da günbatımını iyi seyredebileceğiniz bir yerde olmak istiyorsanız mutlaka önceden yer ayırtmanız gerek ve bunu yoğun sezonda bir gün önceden yapmak yerine, bir hafta önceden yaparsanız daha güzel bir masa kapmanız daha mümkün olacaktır. 2018 Ağustos itibariyle zeytinyağlı mezeler 15, balık mezeleri 20 TL, salata 25, 1 kilo levrek ya da çupra 130 TL, 20’lik Yeni Rakı ise 80 TL idi. Biz levrek yemeyi tercih ettik ve gerçekten uzun zamandır bu kadar “balık tadında” bir balık yememiştim. Mezeleri de başarılıydı.

Siz burada yemek yemek istemiyorsanız, Poseidon’un hemen yan tarafında kalenin de bulunduğu boşluğa, tavsiyem şarabınızı da alarak çıkıp günbatımını izlemeniz. Bizim Poseidon’a gittiğimiz gün havadaki pus sebebiyle günbatımı tam görülemedi, sonra tekrar kaleye çıktık günbatımı izlemeye bu sebeple. Yine istediğimiz gibi olmasa da daha tatmin ediciydi.

DSC08201

Zeytinli 

İşte benim adayı çok sevmeye başladığım ilk köy… İndiğimiz gün merkez o kadar kalabalıktı ki, bayramda Gökçeada’yı sakin diye seçmişken bu kalabalıkla karşılaşınca, “bundan sonra bayramda evde mi otursak acaba?” diye düşünmeye başlamıştım. Fakat biliyorsunuz ki bizim kitlesel tatil politikamız, herkesin gittiği yerlere gitmekten ibarettir. Böyle olunca kalabalık köylerde çok rahatsız edici olmuyordu. Zeytinli görece popüler bir köy olmasına rağmen…

DSC08070

Öncelikle Zeytinli’nin girişinde yer alan Gökçeada Salça Fabrikası salçaları çok hoşumuza gitti. Hatta tezgahta karşılaştığımız bir Rum kadın “her sene İstanbul’dan sırf bu salçaları almak için geliyorum” dedi. Salçanın kavanozu 14 TL.

Köy tipik bir Rum köyü. Taş evler ve dar sokaklardan oluşuyor. Yerleşik nüfus da çoğunlukla Rum. Köy girişinde bir Rum ilkokulu ve kilise bulunuyor. Madam ölmüş olsa da Madam’ın Dibek Kahvesi halen açık, fakat sanırım eskisi kadar rağbet görmüyor.

DSC08085

Köy meydanında yer alan Sıcak Kahve köyü ilk ziyaretimizde oturmayı tercih ettiğimiz yer oldu. Rumların yoğunluğunu görünce ve bir de tabelalardan birinde frappe yazısını okuyunca benim içim kaynamaya başladı, “acaba Yunan usulü mü yapıyorlar?” Çok geçmeden sorunun cevabını aldım, gerçekten burada Yunan usulü frappe yapıyorlardı. Rum köylerinin tümünde bu durum böyleydi. O an itibariyle ben Gökçeada’ya tamamen bağlandım. Burada aynı zamanda çeşit çeşit ev yapımı reçel de satılıyor, daha önce Edremit’te yediğim zeytin reçellerinden buradan da aldım.

DSC08079

Zeytinli’de bir diğer klasik nokta ise Barba Hristo Tatlıları, burada mutlaka damla sakızlı muhallebi yemelisiniz.

Köyün girişinde yer alan bir diğer yer de Nostos Kafe, burada dibek kahvesinin hazırlanışını canlı canlı görebilirsiniz. Burada da reçel bulmanız mümkün. Ağızda bıraktığı acı benim hayal ettiğim gibi olmasa da buradan da acı yeşil biber reçeli aldım.

DSC08065

Tepeköy 

Köy meydanında hummalı bir çalışma var. Masalar meydana yerleştirilmiş, belki de hep oradalar. Üzerlerine mavi masa örtüleri yayılıp, tabaklar konuluyor. Ortalıkta henüz hiç kimse yok. Birazdan bu meydan dolacak. Yemekler yenilecek, kahveler içilecek. Şimdilik sakin.

DSC08104

“Eyvah, acaba çok mu erken geldik?” diye düşünüyorum içimden. Köyü dolaşacağız daha, ama ya kimse olmazsa biz yemek yerken?

Tepeköy adanın en ünlü restaurantı olan Barba Yorgo‘ya ev sahipliği yapıyor. Burası tam köyün girişinde kalıyor. Bir tentenin altında yer alan masalar ve yaz boyu sürekli canlı müzik eşliğinde sirtaki. Adaya her gelen buraya mutlaka uğruyor ve anlata anlata bitiremiyor. Böyle yerlere karşı mesafeliyimdir, okuduğum birkaç yorumda da mezelerin o kadar iyi olmadığını duyunca başka bir arayışa girdim adaya gelmeden önce.

Bizim Tepeköy’deki adresimiz yukarıda gördüğünüz meydanda yer alan To Steki tis Angelikis, diğer bir deyişle Taverna Angelikis. Adada henüz yeni. Biz köyü gezmeye başlıyoruz.

Tepeköy, Gökçeada’nın en önemli panayırlarından biri olan Meryem Ana Yortusu’na ev sahipliği yapıyor. Her yıl 15 Ağustos’ta köy meydanında sabaha kadar dans ediliyor, yenilip içiliyor.

DSC08120

Bu köyün hikayesi de elbette 1960’ta Rum nüfusun gitmek zorunda kalmasından etkileniyor. Yaşlı adalıların bir kısmı halen burada yaşıyorlar. Çok güzel bir hayat var köyde, Barba Yorgo’da gruplar halinde yemek yiyen Türkler çok nadiren köy meydanına giriyorlar gözlemlediğim kadarıyla, dolayısıyla orada büyük oranda yerleşik Rum nüfusla oturuyorsunuz.

Maalesef köyde harabe halinde taş evler de çok fazla. Bir ayağa kaldırma çabası olsa da, harabe binalar da göze çarpıyor.

DSC08122

Köy adanın en tepe noktada yer alan köyü. Turkcell dışındaki hatlar köyde çekmiyor, fakat köy meydanında yer alan restaurant ve kafenin wifi’ından yararlanabiliyorsunuz.

Biz de köyü dolaşırken tekrar meydana döndüğümüzde görüyoruz ki etraf dolmaya başlamış. Yine önceden ayırttığımız masamıza oturuyoruz Angelikis Taverna’da.

IMG_4870

Burada önünüze menü geliyor. Fiyatlar daha makul, mezeler 12-20 TL arasında, 75’lik Barba Yorgo Dionysos şarabı 120 TL ve iki ya da üç kişi rahatlıkla paylaşabileceğiniz oğlak tandır 40 TL. Oğlak tandırın lezzetini anlatmaya kelimeler yetmiyor. Angelika’ya soruyoruz nasıl yaptığınız, “ne baharat bulursam katıyorum için, karanfil, karabiber, kekik ve bir de limon. 24 saat bekletiyorum öyle” diyor, tabii bunda el de önemli.

DSC08131

Yemekten sonra karşıda bulunan köy kahvesine oturuyoruz, daha doğrusu boş masa olmaması sebebiyle önce etrafa bakınarak beklerken kahvenin sahibi Vasili geliyor ve Rumlar’ın oturduğu bir masayı bize gösteriyor, “biz burada hep beraberiz” diyor çekinmeden oturun demek istercesine. Oturup siparişimizi veriyoruz. Benim tercihim elbette frappe. Yanına da Tepeköy tatlısı olarak geçen galaktobureko.

Tabii ki otururken sohbet başlıyor. Yaşlı bir Rum karı koca ile sohbet ediyoruz. Kadın giriyor söze, “62’de gittik biz buradan” diyor gözleri dolu dolu. “Sonra döndük, şimdi yazları burada, kışları kah Selanik, kah Almanya’dayız…”

Zaten adaya gelmiş Yunanistan plakalı arabaların bir çoğunda Yunan harfleriyle “Imbros” yazıyor.

Adam başlıyor anlatmaya sonra, “ben askerliğimi Türkiye’de, Türk ordusunda yaptım, Islahiye’de. O zamanlar ben birliğe katılınca komutan, diğer askerler beni yadırgamasınlar diye onları sıkıca tembihlemişti. Bakın bu kardeşimiz de Türktür, fakat Ortodoks’tur, beraber askerlik yapacaksınız, silah arkadaşınızdır sizin, ayrı davranmayın. Biz hep buralıyız.”

Biraz adadan bahsediyorlar. Kadın yine giriyor araya, “Dereköy’ü görmeye dayanamıyorum” diyor. “Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük köyüydü orası…”

Laf lafı açıyor, epey konuşuyoruz ve saat geç olunca ayrılıyoruz iyi dileklerle.

O kadar seviyoruz ki bu köyü, birazdan anlatacağım tatsız bir yemeğin ardından, sıcağın da etkisiyle bir sığınak gibi gene Tepeköy’e koşuyoruz gecenin 11’inde de olsa. “Köyümüze geldik” diyerek yerleşip yine söylüyoruz Vasili’ye frappe ve galaktobureko’muzu.

Dereköy

Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük köyü olan ve 1970’e kadar da Gökçeada’nın en büyük köyü olarak bilinen Dereköy bugün nadiren rastlanan yaşayan haneler dışında terk edilmiş durumda.

Köy içerisinde devam eden yol çalışması, köyün canlanacağı konusunda umut verse de bu çalışma yalnızca köye gelen turlar içinmiş.

DSC08174

Dereköy’de bir elin parmaklarını geçmeyecek hanede bugün yaşam devam ediyor, bunlardan çoğu da adaya sonradan yerleştirilen Türkler. Köyün kilisesi halen iki haftada bir Pazar ayinlerine ev sahipliği yapıyor. Köyde bir çamaşırhane ve bugün çalışmayan zeytinyağı fabrikası görülebilir. Bu fabrikanın içerisindeki aletler biraz bakımla birlikte çalıştırılabilir durumda, kim bilir, belki bir gün yeniden işlev kazanacakları günü bekliyorlar.

DSC08166

Bademli 

Bademli bugün çoğunlukla büyük şehirlerden adaya yaşamaya gelenlerin oturduğu köy durumuna gelmiş. Köyde açılmış StenAda ismini adanın her tarafında görebiliyorsunuz. Güzel tatlılar yapıyorlar, bir kahve eşliğinde soluklanabilirsiniz.

DSC08233

Adanın sert tarihi dönemeçlerine tanık bir çınar ağacı, hemen yanı başında çamaşırhanesi, kapatıldıktan sonra yeniden açılacağı gün beklenemeyip otele dönüştürülmüş eski okulu da köyde gezerken görebilirsiniz. Bademli köyü, diğer köylere göre bile daha dar sokaklara sahip.

DSC08241

Aşağı Kaleköy

Benzerlerini Türkiye’nin bilimum tatil beldesinde bulabileceğiniz, klasik bir sahil şeridi burası. Sıra sıra dizili restaurantlar, el yapımı ya da Çin malı ürünler satan tezgahlar ve bir o yana, bir bu yana volta atan insanlar…

Biz bir gün de burada bulunan Eleni’de yemek yedik ve maalesef memnun kalmadık. İşte yukarıda bahsettiğim tatsız yemek buradaydı. Eksiklikler henüz en başta “sizin rezervasyonunuzu atlamışız” dediklerinde başladı ve bizi boşta kalmış masalardan birine aldılar. Ardından 20’lik rakı bulundurmadıklarını ve karafta verdiklerini söylediler. Kendi tercihleridir, fakat karafta verilen rakının biraz daha uygun fiyatlı olmasını beklerim ben. Mezeler konusunda bir tutarlılık yok, kimisi çok güzel, kimisi vasatın biraz üstü. Elbette serbest piyasadır, söylenecek söz yok, fakat bir önceki gün 15 TL’ye yediğimiz lakerdanın burada 40 TL olması elbette tatsızdı. Söylediğimiz kalamar dolmasının bir işaret parmağı büyüklüğünde ve tek parça gelmesi (40 TL) komikti. Ana yemek bile yemediğimiz bir yemeğe ise 300 TL hesap ödememiz, “burası Çeşme mi acaba?” diye sormamıza bile neden oldu. Tabii bir de biraz unuttuğumuz Türkiye’de olduğumuz gerçeğine bizi uyandırdı.

Gökçeada’nın Plajları

Aydıncık (Kefaloz) 

Gökçeada’nın en ünlü plajı ve aynı zamanda adanın sörf cenneti, tahmin edebileceğiniz gibi bol rüzgar alıyor. Biz oradayken aşırı sıcaklar olduğundan rüzgar azdı, dolayısıyla sörfçülerin sayısı da bir noktada rüzgar da yavaşlayınca iyice azaldı. Bayram öncesi dönemde neredeyse sadece Rumlarla beraber yüzdük, ortalık tenhaydı. Çeşitli tesislerden yararlanarak burada yüzebiliyorsunuz. Yanı başında bulunan Tuz Gölü’nde çamur banyosu yapmanız da mümkün.

Şen Kamping tesisinde iki şezlong bir şemsiye 20 TL ve yedikleriniz ekstra. Sonradan konuştuğumuz başka gezginlerin söylediğine göre Sardunya‘da ise bir şeyler yiyip içmeniz kaydıysa şezlonglardan ücretsiz yararlanabiliyorsunuz.

Su tertemiz ve çok soğuk değil. Plaj tamamen kumdan oluşuyor.

FHD0169

Gizli Liman 

Ada hakkında okuduğunuz birçok yazıda burası adanın en güzel koylarından biri olarak geçecek, gerçekten de haklılar. Adeta balık sürüleriyle beraber yüzüyorsunuz Gizli Liman’da. Arabayı yukarıdaki toprak yola park edip, biraz zahmetlice aşağı yürümeniz gerekiyor. Plajda hiçbir tesis yok ve gölge imkanları da kayaların dibiyle kısıtlı. Dolayısıyla uzun vakit geçirmek istiyorsanız sandalye ve şemsiyenizi yanınıza almanızda fayda var. Deniz gözlüğünüzü de kesinlikle unutmayın. Yol tarifinizi Google Maps’ten alıyorsanız “Saklı Liman” olarak yazmanız gerekiyor. Haritada yol bittikten sonra da toprak yoldan ilerlemeye devam edip, hizaya geldiğinizde park edin. Deniz taşlık olduğundan deniz ayakkabınızı unutmayın.

IMG_4950

Uğurlu 

Adaya sonradan yerleştirilen Isparta ve Burdurlular’ın kurduğu Uğurlu köyünden adını alan bu plaj, epey büyük bir kumsala ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda Gizli Liman’a da komşu. Toprak yoldan inmek size göre değilse Uğurlu’nun en ucundan denize girip, Gizli Liman’dan çıkabilirsiniz. Biz oradayken bunu yapanlar vardı. Biz Uğurlu’da denize girmedik, fakat yukarıdan gördüğüm kadarıyla deniz gerçekten çok güzel.

DSC08177

Laz Koyu 

Plajda bulunan işletmenin sahibinin Karadenizli olması sebebiyle yıllar önce bu ismi almış burası. Adanın diğer koylarına göre çok daha kalabalık oluyor genelde. Buna rağmen deniz tertemiz. Plajın kafesinde fiyatlar uygun. Şezlong sayısı epey az, erken gitmeniz gerek. Ya da kumsalın diğer noktalarına kendi şemsiye ve sandalyelerinizle oturabilirsiniz.

IMG_4970

Burası biz gittiğimiz gün epey rüzgarlı ve buna bağlı olarak da dalgalıydı. Plaj tamamen taşlık, deniz ayakkabınızı almanızda fayda var. Denize plastik bir iskele üzerinden giriyorsunuz. İskelede dalga zamanı ayakta durmak biraz marifet istiyor. İskeleden durmadan atlayan çocukların arasından denize girmek de biraz çaba gerektiriyor. 🙂

Bu koy aynı zamanda Türkiye’nin tek su altı milli parkına komşu. Milli Park’a genel kanıya göre bir tek deniz gözlüklerinizle gitmek çok anlamlı değil, dalış yapmanız gerek. Dalış için Aşağı Kaleköy’de stand açan şirketlerle konuşabilirsiniz.

Yıldız Koyu 

DSC08253

Gökçeada, Türkiye’de en sevdiğim yerlerden biri oldu. Hüzünlü tarihi orada gezerken insanın içini acıtıyor.

Biz tabii ki çok fazla kıymet bilmiyoruz. Ada üzerinde sallanan “maden kılıcı” şimdilik savuşturulmuş olsa da, Türkiye’de yaşıyoruz, tehlike hiçbir zaman geçmiş değil. Adalılar’a her ne kadar “maden mi istiyorsunuz, yoksa turizm mi?” diye sorduklarında “turizm” cevabını almış olsalar da, devlet maden hevesinden vazgeçmediği için madeni durdurmak mahkemeye kaldı. Ki bu tehlikeden kurtulmak da yetmiyor.

Ada kontrolsüz yerleştirme politikaları ve kaybedilen nüfus sebebiyle kimliğini tamamen yitirme tehlikesi altında. Aynı zamanda ada üzerinde bariz bir şekilde görülen çarpık yapılaşma ve gitgide büyüyen yeni bina çalışmaları da göze batıyor. Sonradan yapılan köylerin, adanın genel dokusuna uyumsuz çirkinlikleri de bir başka handikap.

İşte tüm bunlara rağmen Gökçeada benim en sevdiğim yerlerden biri oldu bu ülkede. Türkiye’de halen çocukların haylazlık olsun diye ayakkabısız sokağa çıkıp, anneleri tarafından gülerek eve kovalandığı bir yerin olduğunu bilmek güzel. Halen insanların herkesi gülerek karşıladığı ve mutlu gözüktüğü bir yerler görmek güzel.

Bu adanın varlığını bilmek bile iyi hissetmeye yetecek bir süre benim için.

DSC08252

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

2 comments