Vltava’yı Dinleyerek: Cesky Krumlov

Prag’dan kalkan Student Agency şirketine ait otobüse biniyorum Cesky Krumlov’a gitmek için. Bu coğrafyada çok da alışık olmadığımız bir şekilde, otobüsleri yeni ve temiz, içerisinde ücretsiz servis var (yalnızca çay kahve olsa da), koltuklar numaralı… 3 saat süren bu yolculuğun ücreti ise 7.70 Euro.

Kalacağım yer Hostel Skippy. Daha farklı hayal ediyor olsam bile, yine de güzel bir yerdi. Merkeze biraz uzak (Cesky Krumlov’da ne kadar uzak olabilirse), ama yatıp da sabah olduğunda sanki bir eve misafirliğe gelmişsiniz gibi hissettiren, terasında gece oturup, zifiri karanlıkta, nehrin sesini dinlediğim hostel…

Otobüsten inip hostele yürürken şehri anlamaya çalışıyorum, nehrin kenarında az katlı küçük evler var, öbür yaka ise tarihi şehir merkezi olsa gerek… Kale/şato tepeden şehri seyrediyor.

İlk gün artık ben hostele yerleşene kadar akşam oldu sayılır, bir banyo yapıyorum öncelikle ve ardından yemek yemek üzere şehre çıkıyorum. İlk gün bulduğum yer Travellers’ Restaurant. Hoş bir ortamda, güzel bir yemek yiyorum ve şehri şöyle bir dolaşıp hostele dönüyorum. Saat henüz 10 bile olmamasına rağmen insanlar uyumuşlar. Bu şehirde zaman yavaş akıyor sanırım…

Müzik çalarımı alıp terasa çıkıyorum ben de, önce biraz nehrin sesini dinliyor, sonrasında nehrin rüzgara kattığı serinlikle müzik dinlemeye başlıyorum. Mutluyum!

Ertesi sabah kalkınca bakıyorum ki Skippy gelmiş. Aslında çıkıp kahvaltı yapmak niyetindeyim, fakat Skippy Türkiye’den geldiğimi öğrenince bana Gezi eylemlerini soruyor. Eylemlerin başlangıç noktasını bilmiyor, oradan başlayıp, o ana kadar olanları anlatıyorum. İnsanların neye isyan ettiğini… Ve ben anlattıkça Türkiye’den böyle bir şey beklemezmiş gibi tepkiler vermeye başlıyor, “Türkler böyle mi yani” diye hayretle… “Siz” diyor, “demokrasi miydiniz zaten, oy verme hakkınız var mıydı? Yoksa onu mu kazanmaya çalışıyorsunuz?..”  Türkiye’ye dışarıdan bakıp, pek de anlamayan insanlardandı kısacası, ama iyi niyetle. Sonra Atatürk dönemine dönüyorum, devrimlerden bahsediyorum.

Ben tam hızımı almışken bir ABD’li giriyor odaya, Skippy ona, “sen bu eylemlerin başlangıç noktasını biliyor musun, neler olduğunu biliyor musun” diye soruyor, ABD’li olan burun kıvırıp sözü hemen ABD’ye çeviriyor. Burnu büyüklüğünden yanına yaklaşılmıyor, “biz” diyor, “Birleşik Devletli olarak (USA demiyor da US diyor kısacası) bağımsızlık mücadelemiz…”

Konu ABD’ye dönünce ben artık şehre gitmek için izin istiyor ve ayrılıyorum. Skippy “ben İstanbul’u çok merak ediyorum, bu yaz gelecektik, ama sonra korktuk” diyor, “şimdi daha güzel İstanbul, şimdi gelmenin zamanı asıl” diyor ve  teşekkür ederek çıkıyorum.

İlk istikamet Cesky Krumlov Kalesi… 18. yüzyıldan beri bu şehrin görünümü neredeyse hiç değişmemiş. 1992’de UNESCO korumasına alınmış. Kaleyi gezmek için üç farklı tur var, bunlardan birincisi rönesans dönemine ve barok binalara odaklanıyor, ikinci tur 19. yüzyılda kullanılan Schwarzenberg binasına odaklanıyor ve bir de Tiyatro Turu ise şatonun tiyatrosuna girmenize izin veriyor. Diğer şehirlerdeki durum burada da geçerli, kalede binalara girmek ücretliyken, arazide dolaşmak ücretsiz.

Eski şehrin ana meydanı ise “Nam Svornosti”, genişçe bir meydan. Aslında şehrin belki de en az etkileyici yeri. Dar taş sokaklarda dolaşmak çok daha güzel, meydan bunların yanında biraz sade kalıyor. Zaten şehirde yapılabilecek en güzel şey sokaklarda dolaşmak… Bunu yaparken ilginizi çeken yerlere girip çıkabilirsiniz.

Bira evleri ve müzeleri, hediyelik eşya dükkanları ve kahvaltılarımın bir parçası haline gelmiş Trdelnikler… (bir çeşit biraz fazla şekerli çörekler…)

Arada bir kukla müzesi görüp oraya giriyorum ki hoşuma da gidiyor epey. 20 Euro’ya denk gelen bir fiyata da kendime bir kukla alıyorum. Bu kukla Aslan Asker Şvayk’ın kuklası… Şvayk daha önceki yazıda da bahsettiğim gibi, Jaroslav Hasek tarafından yazılmış bir romanın kahramanı, roman savaşı hicvetmek amacıyla yazılmış ve benim çok sevdiğim bir roman kahramanı haline geldi okuduğumdan itibaren.

Nehrin kenarına oturmadan önce iyice yorulmak için biraz alışveriş yapmak istiyorum. Bir basit bira bardağı alıyor ve aldığımdan itibaren de pişman oluyorum. Aslında o büyük ve kapaklı bira bardaklarından almaktı isteğim… Artık ne kadar içten pişman olduysam, bardak da bana yar olmuyor zaten, poşet yırtılıyor ve bardak yere düşüp kırılıyor. Ben de gözümü karartıyor bir dükkana giriyorum, bardağın fiyatı 25-30 Euro civarına gelecekti yanlış hatırlamıyorsam, onu almak istediğimi işaret ediyorum satıcıya. Kredi kartıyla ödeyeceğim, çünkü yeterince Çek param kalmadı. Prag’da nedense bir sorun yarattı kartım, kadına bunu anlatıyorum, “bardağı sarıp sarmalamadan önce, parayı çekin, böyle bir sorun yaşadım, kart aynı sorunu yaratabilir” diyorum, kadın indirim istediğimi zannediyor, indirim yapamayacağını söylüyor, anlaşamıyoruz. O sinirleniyor, ben sinirleniyorum, saçma sapan bir sebepten bu bardağı da alamıyorum böylece. Öyleyse biraz gidip nehrin kenarında oturmalıyım.

Rafting yapanları, yüzenleri seyrediyorum. Buraya bir de raftinge gelmek gerek diye düşünüyorum. Ne güzel olur…

Hava hafif kararmaya başlarken nehir de boşalıyor, akşam saatleri yaklaştıkça gelip geçen botların sayısı önce azalıyor, sonra tamamen yok oluyorlar. Akşam yemeğini Laibon’da yiyeceğim.

Laibon, Cesky Krumlov’un güzel bir vejeteryan lokantası. Dragon’s Tongues isimli yemekten yiyorum, gerçekten enfes ve Çek Cumhuriyeti’nde içtiğim en güzel birayı içiyorum. (Bernard). Restaurant tam da nehrin kıyısında..

Oradan çıkıp tekrar sokaklarda yürürken bir müzik grubuna denk geliyorum, insanlar önlerinde dans ediyor, onlar da dolaşarak hem çalıyor, hem şarkılarını söylüyorlar. Hep özeniyorum bu sokak sanatları işine. Biz, organizasyonunda yer aldığım Tiyatro Festivali’nde bunu yaygınlaştırmaya, festival süresince sokakları canlı tutmaya çalışıyoruz, fakat Ankara’da bu maalesef çok da yayılamıyor. İstanbul görece daha şanslı olmakla birlikte, sokak sanatçılarına hoşgörülü olan bir toplum da değiliz, öyle bir yönetime de sahip değiliz maalesef.

Cesky Krumlov, kendi halinde, küçücük, biblo gibi bir şehir. Vltava Nehri şehrin çok önemli bir parçası. Nehrin dönerek oluşturduğu bir yarım adacığa kurulmuş şehir adeta. Nehir ayrıca insanları mutlu da ediyor sanki. 
Zamanı dondurmuşlar Cesky Krumlov’da. Ayrı bir havası var. Huzur veriyor insana. Seyahatimin bu son durağında, Cesky Krumlov’a iyi ki gitmişim diyorum şimdi.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *