Birazcık dinlenmek için, Saraybosna – Belgrad arasında, gündüz treniyle seyahat etmeye karar vermiştik. Bu yolculuk güzel manzaralar sunuyor size. Yolda geçtiğimiz yerler hakkında çok ayrıntılı bilgiler verebileceğimi maalesef söyleyemem, dolayısıyla bunu size bir fotoroman gibi sunuyorum. Bu yolcuğu gerçekleştirmek isteyen bordo pasaport sahibi kişiler için şunu söylemeliyim ki tren Hırvatistan geçişli gidiyor Belgrad’a. Dolayısıyla, bu yolculuğu gerçekleştirmek için artık Hırvatistan vizesine sahip olmanız gerekecek. Hırvatistan’dan geçtiğini bilmiyorduk trenin, hatta sınırda Hırvat bayrakları görünce şaşırdık. Yine sorgulandık, sanırım pasaport numaralarımız Hırvatistan’da durulan istasyonlara bildirildi yolda inmeyelim diye. İnsek de kimsenin ruhunun duyacağını sanmıyorum gerçi.
Bosna – Hersek’ten çıkıp da Hırvatistan’a girince trenin hızı epey artıyor, ray kalitesiyle bir ilgisi var tabii ki bu durumun.
Sabah kalkıp tramvayla tren garına gidiyoruz. Trene bindiğimizde arkadaşıma, “umarım İngilizce bilmeyen biri gelir kompartımanımıza, birazcık dinleniriz…” diyorum. Bu dileğim, sanki ben aksini dilemişim gibi bir tepki görüyor, kompartımanımıza ABD’li bir baba oğul geliyor. “Şaka gibi, İngilizce bilenin alası geldi” diyoruz. Adam bizimle pek muhattap olmuyor yol boyunca gerçi, merhabalaşıyoruz o kadar. O daha çok oğlunu “eğitmekle” meşgul, davranışlarını biraz sert buluyoruz. Değerlendirmek belki bize düşmez ama, çocuğuna korku salıyor gibi geliyor bize. Fazla disiplinli bir yetiştirme tarzıymış gibi duruyor bu kısa yolculukta. Sınır geçişinde de ABD’nin aslanlı-kaplanlı süslenip püslenmiş pasaportuyla da tanışmış oluyoruz.
Fakat yolculuğun sonlarına doğru, Belgrad’a gelmemize bir saat kala’dan itibaren bu baba oğulla muhabbetimiz gelişiyor. Elimizdeki rehberi epey inceliyor, haritamıza bakıyor. Belgrad’la ilgili güzel tavsiyeler veriyor, Türk olduğumuzu öğrenince Üsküp’ten bahsediyor, oradaki eski şehirin bize ne kadar tanıdık geleceğini anlatıyor. Belgrad’dan çok Üsküp’ü sevdiğini itiraf ediyor.
Yolculuk ortalama 9 saat sürüyor.
Trenlerin üzerinde gittiği yerler kağıtla yazılı. Yani, bizim TCDD trenleri gibi sağlam olduğunu söyleyemem. Bu arada yolda TCDD vagonları da içeren bir yük treni gördük, fakat ben fotoğraf makinesini hazırlayana kadar geçtik gittik.
Banliyö olduğunu tahmin ettiğim bazı trenler graffitilerle süslenmişti, çok hoşuma gitti. (Bu ne kadar “rızaya dayalı” bir süsleme, onu bilemiyorum tabii.)
Alfabenin değişmesiyle birlikte, Bosna-Hersek federasyonunun içinde yer alan “Sırp Cumhuriyeti” bölgesine girdiğimizi anlıyoruz. Bu bölgenin, kendi tren şirketi de var. Trenlerin üzerinde ZRS yazıyor. Bizim trenimiz ise Sırbistan’a ait bir trendi ve onun üstünde ise ZS yazıyordu. Sanırım “Zelzenica” kelimesiydi, “demiryolları” anlamına geliyor.
Ve Belgrad’a giriyoruz…
Tek güne sığdırdığımız ve eski şehiri görmekle yetindiğimiz Belgrad maceramız da sıradaki yazının konusu olsun.
Leave a reply