İnsanlık Tarihini Değiştiren Şehir: Şanlıurfa

Tüm bu kargaşanın ortasında, Şanlıurfa’da içi polisle dolu bir otelde uyanıyoruz. Bir “dinlenme durağı” sanırım Şanlıurfa, görece daha sakin olduğundan. Kendi aralarında konuşuyorlar, bir yandan haberleri izliyorlar. Öyle ki oteldeki tek sivil biziz.

Kahvaltının ardından odalarımızı boşaltıp, arabayı yerleştiriyor ve yola koyuluyoruz. İlk durak Balıklı Göl…

Lonely Planet, Urfa’yı şöyle tarif ediyor: “Kendinizi Orta Çağ’a dönmüş gibi hissedeceğiniz şehir… Pazar yerinde siyahlar içinde yollarını arayan kadınlar, ya da sakalları ve şalvarlarıyla çay içip, tavla oynayan adamlar…”

Balıklı Göl’ün hikayesini bilirsiniz, Asur Kralı Nimrod, İbrahim’i bugün kalenin bulunduğu noktadan aşağı atıyor ateşin üzerine ve ateş o esnada Tanrı tarafından suya dönüştürülüyor, kömürler ise balığa dönüyorlar. İbrahim ise güllerden yapılmış bir yatağa güvenle düşüyor.

Bu efsanenin geçtiği noktada bulunan ufak havuz ve içerisindeki balıklar bugün dahi kutsal kabul ediliyorlar. Balıkların avlanması ve yenmesi yasak olduğundan, kontrolsüzce çoğalıyorlar ve dönem dönem (halktan da gizlenerek) sayıları azaltılıp başka yerlere taşınıyor.

DSC_0365
Balıklı Göl – Fotoğraf: Kerem Günaydın
DSC_0373
Balıklı Göl – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Balıklı Göl’ün olduğu alanda ayrıca gül bahçesinin bulunduğu Hasan Padişah Camii, Hz. İbrahim’in Makamı, Rızvaniye Vakfı Camii ve Medresesi ve Halilur Rahman Camii bulunmakta. Bu bölgeleri gezdikten sonra, dinlenmek için Çifte Mağara’ya çıkarak bir Menengiç Kahvesi içebilirsiniz.

Biz, bu bölgeyi gezdikten sona Kale’ye tırmanıyoruz. Kale, dört döneme ayrılabilir temel olarak: Helenistik dönemde yapılan kısımlar, Bizans dönemi kısımlar, Haçlı Seferleri döneminde inşaa edilen kısımlar ve nihayetinde Türklerin yaptığı bölümler…

Kalede bu dönemler net olarak görülemiyor olsa da, kale tarihçesi bize bunları anlatıyor. Kalede bulunan iki sütun ise Nemrut dönemine ait.

DSC_0440
Urfa Kalesi – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Ayrıca Kale’den Şanlıurfa’nın manzarasını da izlemeniz mümkün.

DSC_0448
Şanlıurfa – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Kaleden indikten sonra Menengiç kahvelerimizi içip, öncelikle Selahaddin Eyyübi Camii’ne, yani eski Meryem Ana Katedrali’ne, ardından ise Fırfırlı Camii’ye, yani eski On İki Havari Kilisesi’ne gidiyoruz. Her iki yapının da kilise geçmişlerine dair pek iz kalmamış.

Bu camiileri de gördükten sonra artık öğlen yemeği zamanı. Adresimiz Cevahir Konuk Evi. Buraya, önceki gün sıra gecesine gelmek istemiştik, fakat sıra gecesi düzenledikleri bir gün olmadığından gelememiştik. Biz de bugün öğlen yemeğine geliyoruz o sebeple ve pişman da olmuyoruz. Ayrıca, şansımıza gelecek konuklar için hazırlanan çiğ köftelerden de düşüyor payımıza ve nihayetinde güzel bir çiğ köfte yiyoruz Urfa’da.

Yemekten sonra, günün benim için en heyecan verici kısmı Göbeklitepe’de sıra. Gezi programını hazırlarken, bugünü paylaştırma esnasında ben Göbeklitepe’ye, elimde hiçbir somut dayanak olmamasına rağmen ortalama iki saat ayırmaya çalışmıştım, Kerem ise bunun fazla olduğunu söylemişti. Ben Göbeklitepe’de uzun uzun kalmak istiyordum, buraya gelince gördüm ki iki saat hakikaten biraz fazla, ama bu Göbeklitepe’nin önemini azaltmıyor.

Göbeklitepe, bilindiği anlamıyla insanlık tarihini değiştiren bir arkeolojik alan. Göbeklitepe kazılarını yürüten Klaus, çok yakın bir zamanda maalesef hayatını kaybetti ve arkasında konuyla ilgili yazdığı kitapları bıraktı.

Göbeklitepe’nin önemine gelince, burası Dünyanın ilk tapınak merkezi olarak kabul ediliyor. Ortalama 9.500 yıl öncesine gittiği tahmin ediliyorken Göbeklitepe tarihinin, bu tarih 12.000 yıl öncesine kadar uzadı. T biçimli taşlar, 12 bin yıllık insan heykeli gibi buluntular Göbeklitepe’nin önemini arttırıyor. Bu özellikleriyle Göbeklitepe, UNESCO Geçici Dünya Mirası listesinde.

DSC_0507
Göbeklitepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın
DSC_0535
Göbeklitepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın
DSC_0541
Göbeklitepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Göbeklitepe’ye giriş yakın zamana kadar ücretsiz olsa da, artık bu değişmiş durumda. Ziyaret edecekler için bu güncel bilginin paylaşılmasında da yarar var.

Göbeklitepe çıkışında, satış standında bulunan arkeolog şapkaları ile poz veriyor ve Göbeklitepe tişörtü alıyoruz, daha doğrusu Kerem’in annesi Kerem ile bana tişört hediye ediyor.

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özgen Acar’ın ve Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün Göbeklitepe ile ilgili yazdıklarından öğrendiğime göre, Göbeklitepe’de bugün dahi tek başına bir tepenin üzerinde duran dilek ağacı, Göbeklitepe’nin bulunmasına ön ayak oluyor. Burada bu ağacı ilk görenler, ağacın altında bir tuhaflık olduğunu fark ediyorlar, fakat yapılan ilk kazılardan çıkan rapor şöyle: “Kayda değer bir buluntu yok, muhtemelen bir Bizans Karakolu burası…”

DSC_0523
Göbeklitepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Daha sonra arazide bulunan bir tarlayı sürmekte olan Şavak Yıldız, orada iki heykel bulup Şanlıurfa Müzesi’ne götürüyor. Sonuç gene aynı: “Bunlar bir işe yaramaz, depoya kaldırın…”

Burasının bir Bizans Karakolu olduğu yönündeki raporu okuyan Klaus Schimidt ise bunun mümkün olmadığını daha raporu okur okumaz anlıyor ve kalkıp Şanlıurfa’ya geliyor, insanlık tarihini değiştiriyor.

Göbeklitepe’den ayrılıp Harran’a doğru yola koyuluyoruz. Harran’ın alamet-i farikası koni şeklindeki kerpiç evleri biliyorsunuz. Bugün insanlar bu evleri artık terk ediyorlar ve ahır olarak kullanıyorlar. Kalanlar ise turistik kullanıma açılmış durumda.

Harran’a girişte sizi yerel rehberler karşılıyor ve biz de Harran gezimize Kale ile başlıyoruz.

DSC_0549
Harran Kalesi – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Dört kuleden yalnızca ikisi ayakta bugün, kalenin genel olarak bir Hitit yapısı olduğu tahmin ediliyor. Kalede anlaştığımız yerel rehberimizle ilk olarak Harran Kültür Evi’ne gidiyoruz.

Burası reklamlarla da ünlü olan Ali Kızıl’ın işlettiği bir yer. Yerel kıyafetler giyerek evde poz verebileceğiniz gibi, kendi yaptıkları nar ekşisi gibi ürünleri de alabilirsiniz. Bir önceki gelişimizden farklı olarak ise maalesef Ali Kızıl’ın nezaketini kaybettiğini görüyorum.

Kerem kendisine poşu alıyor buradan, ayrıca hepimiz nar ekşisi alıyoruz ve bir miktar pazarlık neticesinde belli bir fiyatta anlaşıyoruz. Biz her şeyin nezaket çerçevesinde ve usülüne uygun ilerlediğini zannederken Ali Kızıl bizi yanıltıyor. İçtiğimiz mırra, kahve, soda ve su için bir anda 20 lira hesap çıkartıyor.

Kerem doğal olarak parayı verirken, “bu fiyat pek ikna edici olmadı ama…” diyor ve Ali Kızıl o anda yerinden kalkıp, “almayın o zaman, ben dünyaca ünlüyüm, burası turist dolup taşar, size muhtaç değilim…” demeye başlıyor bir anda anlamsızca. Keyfimiz kaçıyor, ama geziye devam ediyoruz.

Anadolu’daki ilk camii Ulu Camii ve ilk üniversiteyi görüyoruz Harran’dan ayrılmadan önce.

DSC_0602
Harran Ulu Camii ve Harran Üniversitesi – Fotoğraf: Kerem Günaydın
DSC_0615
Harran – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Harran’dan sonra önümüzdeki iki gece konaklayacağımız Gaziantep’e doğru yola koyuluyoruz. Otobana çıkar çıkmaz, Suruç’ta bir alev topu çıkıyor karşımıza. Bir anda trafik yavaşlıyor ve o alev topunu gören herkese temkinli gidiyor bir süre. Sonrasında, her şeyin normal olduğuna karar veriliyor ki trafik tekrar hızlanıyor.

Neyse ki Kerem’in ailesi uyuyor, biz de sessizce geçiştiriyoruz durumu. O alev topunun nereden geldiğini ve ne olduğunu bugün dahi bilmiyoruz. Belki yalnızca bir sigara külünün fazlasıyla büyümesiyle ortaya çıkan bir şeydi, ama bunun Suruç tarafında olması ve ülkenin o gün içinde bulunduğu hal, herkesi tedirgin edip trafiği yavaşlatmıştı.

Saat 9 gibi varıyoruz Gaziantep’e. Aynı günün bir parçası olsa da, bugün girmeyeceğim bu konuya, zira burada hayatımızın en garip gecelerinden birini geçiriyoruz. Sıradaki yazının konusu…

DSC_0393
Fotoğraf: Kerem Günaydın

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *