Akşam 18.00’da bindiğim otobüsle Tallinn’den Riga’ya doğru yola çıkıyorum. Hava karanlık, ilginç bir şekilde güneye indikçe kar yağışı artıyor. Gecenin de etkisiyle sınırı geçtiğimizi ancak telefonuma gelen mesajdan anlıyorum. Riga’ya varınca taksi çağırıp otele gidiyorum. “Resmen kendi şehrimde metrolarla, metrobüslerle sürünüyorum eve gitmek için. Eurozone’da daha konforlu bir hayatım var” diye geçirip gülüyorum içimden. Elbette sebebi bu değil, taksinin 2-3 Euro gibi fiyatlarla otele gidiyor olması. Odama yerleşip, biraz Riga’daki günümü planlayıp uykuya geçiyorum, ertesi sabah Riga’yla ilk kez gerçek anlamda karşılaşacağız.
Riga Nedir?
Riga, üç Baltık ülkesinden ortada olan Letonya’nın başkenti. 1201 yılında ilk kez bir Alman şehri olarak tarih sahnesine çıkıyor. Ardından İsveç’in eline geçip Stockholm’den bile daha büyük bir ticaret şehri haline geliyor ve Rusya ile Batı arasında bir orta nokta oluyor. Nihayetinde Riga’nın da kaderi Rusya’nın eline geçmek oluyor ve 1860’a geldiğimizde Moskova ve St. Petersburg’dan sonra üçüncü büyük Rus şehri, aynı zamanda dünyanın en büyük “kalas” limanı oluyor. Tüm Baltık ülkeleri gibi 1918’de bağımsızlık ilanı geliyor ve bu bağımsızlık İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte Sovyet işgali dönemiyle kesintiye uğruyor. 1991’de İkinci Bağımsızlık ve Letonya bugün bir Avrupa Birliği üyesi olarak hayatını sürdürüyor, Rusya etkisinin sona erdiğini söylemek ise mümkün değil.
Riga’ya / Riga’da Ulaşım
Öncelikle üç ülkeyi de kapsayan bir Baltık turu yapacaksanız, Riga sadece Riga’ya özel çok uygun bir bilet bulmadığınız sürece ulaşım için doğru seçenek değil. Benim önerim eğer yapabiliyorsanız Tallinn veya Vilnius’tan birine inip, dönüşte ise varış noktanız olmayan şehirden dönmeniz. Yani ya en kuzeyden, ya da en güneyden dönüş yapmanız. Sadece Riga’yı kapsayan kısa bir seyahat planlıyorsanız ise Türk Hava Yolları, İstanbul’dan direkt Riga’ya uçuyor ve mevsimsel kampanyalar düzenliyorlar.
Riga’da toplu ulaşıma muhtemelen hiç gerek duymayacaksınız. İhtiyacınız olması halinde bileti şoförden alırsanız 2 Euro vermeniz gerekecek. Onun dışında eğer depozitosunu vererek ulaşım kartı satın alırsanız tek biniş 1.15 Euro.
Riga’da taksiler de epey uygun fiyatlı. Otogardan şehir merkezine Taxify ile hemen hemen 3 Euro’ya yakın bir ücret ödeyerek gidebilirsiniz. Eğer eşyanız çok fazla değilse yürümeniz de mümkün. Taksimetrelerin aldatıcı şekilde ayarlanabileceğine dair şüphelerinizi gidermek istiyorsanız, benim size önerim Taxify isimli uygulama. Fiyatları normal taksiye göre daha uygun ve taksi çağırmadan önce gideceğiniz yere ödeyeceğiniz miktar uygulamada gözüküyor, yolculuğun sonunda doğrudan o ücreti ödüyorsunuz. Nakit ya da kartla ödeme seçeneği mevcut. Üzerinde taxify logosu olan araçlar gelebileceği gibi, tamamen özel araç görünümlü arabalar da sizi almaya gelebiliyor. Riga’da Yandex Taxi uygulaması da çalışıyor.
Taxify uygulamasını Ios altyapısıyla çalışan telefonlarınıza indirmek için buraya, Android altyapısıyla çalışan cihazlarınıza indirmek için ise buraya tıklayabilirsiniz.
Aynı zamanda diğer Baltık şehirlerine olduğu gibi, buraya da otobüsle ulaşmanız mümkün. Benim önerim Lux Express isimli firma. Volvo’nun Irizar adlı çok rahat otobüsleriyle çalışıyorlar ve koltuk arkası eğlence sistemleri sayesinde yolda vakit rahat geçiyor. İngilizce altyazı seçeneği de mevcut sistemde yer alan film ve dizilerde. Ecolines isimli firma da fazlasıyla yaygın, fakat ben okuduğum yorumlarda bazı güvenlik kaygıları olduğunu gördüğümden tercih etmedim. Lux Express’ten Talinn – Riga biletimi 14 Euro’ya, Riga – Vilnius biletimi ise 5 Euro’ya aldım. Erken alırsanız daha az ödersiniz prensibi burada da geçerli.
Riga’da Nerede Kalmalı?
Eğer uygun koşullar oluştuysa ve bütçenize uyuyorsa ya tarihi şehir merkezinde, ya da “Quiet Centre” diye geçen Art Nouveau bölgesine yakın bir yerde kalmanızı öneririm. Ben hem fiyatı uygun, hem de buna uyan bir seçenek kendi açımdan bulamadığım için tren istasyonuna nispeten yakın denilebilecek Central Hostel’de kaldım. (Adına uygun bir “central” olma özelliği taşımıyordu açıkçası.) Yine de en azından Art Nouveau bölgesine yaklaşık 15-20 dakika yürüme mesafesindeydi. Bu hostelde ortak banyo kullanımlı tek kişilik özel odaya gecelik 18 Euro ödedim. Ortak banyoyu kullanan oda sayısının az olması ve banyonun hiçbir anda kirli olmaması, aksine hep çok temiz olması gerçekten hoşuma gitti.
Uygun fiyatlı bir seçenek için merkezin çok az dışında yerlere yönelebilirsiniz. Fakat mesafeleri kontrol etmekte fayda var, aksi takdirde odadan tasarruf ederken para ulaşıma gidebilir. Ev veya oda kiralama sistemi Airbnb de bir seçenek.
Konaklamalarınızda eğer;
İlk kez Airbnb kullanacaksanız buraya tıklayarak kaydolursanız 22 Euro
İlk kez booking.com kullanacaksanız buraya tıklayarak kaydolursanız %10 indiriminiz olacak.
Riga Gezilecek Yerler
Tarihi Şehir Merkezi
Riga gezisine başlamak için en uygun nokta Ratslaukums. Nehir kenarından gelerek buraya ulaşıyorsanız karşınıza önce Leton Rifflemen Anıtı çıkacak. Fazlasıyla “Rus” duran bu anıtın içerdiği anlam da aslında bu duruşundan farklı değil. Rifflemen, tüfekli asker demek ve bu anıt 1918’de Rusya’nın Kızıl Ordu’sunun çekirdeğini oluşturan bu askerler için burada duruyor. Hatta deniyor ki, bunların bir kısmı Lenin’in şahsi koruma askerleriymiş. Bağımsızlığın ardından ise Letonya’ya geri dönmüşler.
Buradan tarihi şehrin içine girdiğinizde sağda gördüğünüz siyah bina İşgal Müzesi tadilat sebebiyle şu an başka bir yerde ziyaret ediliyor ve içeri giriş ücretsiz, bir bağış beklentisi var.
Meydana ulaştığınızda ise Karakafalar Evi – Melngalvju Nams çıkacak karşınıza. Bekar Alman tüccarları için yapılmış bir lonca burası aslında, bu tüccarlara “karakafalar” dendiğinden ismi öyle kalmış. 1941’de Sovyetler tarafından yıkılmış, ardında kalan enkaz ise 7 yılın ardından tamamen yok edilmiş. 2001’de ise orijinaline sadık olarak Riga’nın 800. yılı şerefine yeniden yapılmış. (En baştaki bilgiyi hatırlıyoruz değil mi? Riga 1201 yılında kurulan, aslında yeni bir şehir.)
Bu meydanda bir diğer önemli nokta ise tarihteki ilk yılbaşı ağacının burada süslenmiş olması. 1510 yılında ilk kez buraya bir ağaç getiriliyor ve gecenin sonunda yakılıyor. Bu iş böyle süregiderken ağacın süslenmesinin daha güzel bir görüntü ortaya çıkardığı tesadüfen ağacı süsleyen çocuklar sayesinde ortaya çıkıyor ve bu iş bir gelenek haline geliyor. Meydanın fotoğrafa baktığınız yöne göre sağında bu durumu hatırlatan minyatür bir yılbaşı ağacı bulunuyor.
Karakafalar Evi’ne yalnızca Turizm Bilgi Bürosu sayesinde girebiliyorsunuz. Yine de bu meydanda epey vakit geçirmek isteyebilirsiniz. Özellikle havanın güzel olduğu gün, güneş de vururken yüzüme buradan ayrılmak istemedim, bir süre sadece Karakafalar Evi’ni seyrettim, gelenleri geçenleri…
Yürümeye devam… Öncelikle karşımıza Büyük ve Küçük Lonca Binaları çıkacak. Hemen yanı başlarında ise Kedi Evi. İsmini tepesinde bulunan kara kediden alıyor. Hikayeye göre bu binanın sahibi zamanında “büyük lonca” tarafından reddediliyor ve intikam olarak bu binanın tepesine siyah bir kedi kondurup, kedinin kıçını loncaya döndürüyor, uzun süren mücadele sonucunda adam loncaya kabul ediliyor, kedi de yüzünü binaya dönüyor.
Buraya yakın bir noktada St. Peter Kilisesi bulunuyor. Baltıklar’daki en eski kiliselerden biri burası, tahminen 800 yaşına yakın. İkinci Dünya Savaşı’nda yine yıkılmış ve sonrasında yeniden yapılmış.
Kilisenin önünde bir de ilginç bir şekilde Bremen Mızıkacıları Heykeli bulunuyor. Riga ve Bremen’in kardeş şehirler olması sebebiyle bu heykele burada da rastlıyorsunuz. En altta bulunan eşeğin burnuna dokunmanın da şans getireceğine inanılıyor.
Gelelim Riga Katedrali‘ne. Geniş bir meydanda bulunuyor bu katedral. Yapıldığı dönemde bir katolik kilisesi aslında, bugün ise Evangelikal Lutheran kilisesi olarak devam ediyor, yolda mezhep değişmiş. Baltıklar’da Ortaçağ’dan kalma en büyük kilise burası. Zamanında seçkin insanlar burada altara yakın gömülmek için epey çaba harcamışlar, fakat 1709 yılındaki kolera ve tifo salgını Riga nüfusunun üçte birinin hayatını kaybetmesine yol açınca buraya yeni insanların gömülmesine de bir son verilmiş. Katedrale giriş 3 Euro.
Çok yakın bir noktada Latvian People’s Front Museum bulunuyor, giriş yine ücretsiz. Tallinn yazısında bahsettiğim “Baltic Way İnsan Zinciri” olayını anlatan bir müze burası. Üç Baltık ülkesinden de insanlar el ele tutuşarak 600 kilometrelik bir zincir oluşturup, özgürlük istemişler ve bu da tarihe “Baltic Way” olarak geçmiş. Müzede bu olayın etkileyici video görüntüleri de mevcut.
Tarihi şehir merkezinden yavaş yavaş ayrılma zamanı. Öncesinde görmemiz gereken birkaç yer kaldı. Biri Letonya Savaş Müzesi, ya da bir zamanların barut kulesi. Eski şehir surlarının ayakta kalan tek kulesi bu, zamanında barut deposu, hapishane ve işkencehane olarak kullanılmış, bugün ise geçmişten bugün Letonya’nın tarihini anlatan bir savaş müzesi. İçeri giriş ücretsiz ve müzeyi detaylıca gezmek için yaklaşık 2 saat ayıracakmışsınız gibi düşünmeniz yararlı olur.
Buradan şehrin surlarını takip ederek ilerlediğinizde, yine şehrin ayakta kalan tek kapısı İsveç Kapısı – Zviedru Varti karşınıza çıkacak. Tarih bölümünde söylediğim gibi, şehir bir dönem İsveçliler’in elinde kalıyor ve bu kapı da o dönem İsveçliler tarafından yapılmış. Surların ve kapının devamındaki dar sokak ise tam fotoğraflık.
Kanal Boyu
Şimdi yavaştan kanal kenarına doğru yürüyüp, biraz kıskançlık yapma zamanı. Kıskançlığın sebebi malum, Riga da Avrupa genelinde olduğu gibi geniş parklara sahip. Sonbahar renkleriyle de bu parklar ayrı güzel gözüküyor. İşte o parklardan birine girmenin zamanı…
Şehir Kanalı – Pilsetas Canals şehri istilalardan koruma görevi görürken, bugün eski ve yeni Riga’yı birbirinden ayırıyor. Burada tekne turlarıyla gezmek de mümkün.
Şimdi Özgürlük Anıtı var karşımızda. Yine fazlasıyla Rus duruyor, fakat aslında Letonya’nın bağımsızlığını simgelemek için orada. Anıttaki heykeller Letonya’nın hikayesini anlatıyor. En tepede bulunan üç yıldız ise Letonya’nın üç bölgesini temsil ediyor. Her saat başı çok da etkileyici olmayan bir nöbet değişim töreni var. Akşamları ise anıtın başında bekleyen askerler yok oluyor. Akşam olduğunda Letonya’nın bağımsızlığı nöbet beklemeye değerliğini kaybediyor sanırım. 🙂 Bizde böyle şeyler sembolik anlamlarının ötesine taşınıp, daha değerli kabul edildikleri için akşam anıttan geçerken ilk gözüme çarpan şey oldu askerlerin yokluğu.
Bu anıta Sovyet döneminde dokunulmamış, başka bir yere Lenin anıtı koyulmuş. Fakat yine aynı dönemde bu anıta çiçek koyanlar bile cezalandırılmışlar.
Tarihi şehir merkezinden geldiğinizde Özgürlük Anıtı’nın sağ tarafında Letonya Ulusal Opera Binası kalıyor. Hemen yakınında da bir adam, bir kadın ve bir köpeği birlikte gösteren bir heykel var. Bu heykelin hikayesi ilginç.
Bu heykelde gördüğünüz adam, 1901-1912 yılları arasında Riga’yı yöneten ve şehri kozmopolit bir yapıya kavuşturan George Armitstead. Deniyor ki tarihi şehir merkezi dışında Riga’da gördüğünüz her şey bu adamın vizyonuyla ortaya çıkmış. Birazdan bahsedeceğim art nouveau 680 bina dahil. Bir tek bu da değil, bulvarlar, hala işlemekte olan şehrin su şebekesi, tramvaylar ve bu kıskanılası parklar.
Yavaş yavaş karşıya geçelim artık ve art nouveau merkezine doğru ilerleyelim. Yol üzerinde Esplanade parkından geçelim. Yine Rus esintili bir katedral, Alexander Nevski Katedrali bu parkın içerisinde bulunuyor. İçeriye giriş ücretsiz, fakat dışı kadar etkileyici değil; tıpkı Tallinn’deki kardeşi gibi. Artık ana caddeye, Elizabetes Iela’ya geçiyoruz.
Önce karşımıza Splendid Palace çıkacak. Burası çok güzel bir sinema salonu. Giriş kapısı bile harika. Festivallere denk gelirseniz İngilizce altyazılı ya da açıklamalı filmler izlemeniz de mümkün. Sırf bu salonu görmek için bir film izleyebilirsiniz bile.
Art Nouveau Bölgesi
Ve gelelim Riga’nın en önemli olayına. Aslında buraya kadar anlatılanları “teferruat” olarak kabul edebilirsiniz. Tabii ki abartıyorum, ama Riga’nın asıl olayı art nouveau ve bu binaların en güzel örneklerinin toplandığı bir bölge var. Aslında tüm Riga’da sık sık art nouveau örneklerine rastlıyorsunuz, ama dediğim gibi en bakımlı ve güzelleri sanki bir yerde toplanmış. Şimdi oradan bahsedeyim.
Önce art nouevau akımından bahsetmekte fayda var. Bir süredir bu akımlara karşı daha çok bilgi toplama niyetindeydim. Riga bir başlangıç oldu. Bu akımın ayırt edici özellikle bina dış cephe süslemelerinde kullanılan mitolojik yaratıklar, çığlık atan masklar, heykeller , tanrıçalar ve goblinler… Hemen hemen bunlar yani. Bu akımın Riga’ya girişi üç aşamada gerçekleşiyor. İlk aşama 20. yüzyılın ilk 5 yılında. Çok yorum katmadan, dışarıdan getirilen Alman eğitmenlerin öncülüğünde Riga’da art nouveau binalar yapılmaya başlanıyor.
1905’ten sonra kısa bir dönem Rus devriminin başarısızlığa uğramasıyla birlikte Letonya’ya özgü sembollerle bu akım birleşiyor. Folklorik simgeler kullanılmaya başlanıyor. Uyanan milliyetçilik akımları da bunda etkili oluyor. Tabii en büyük etkenlerden biri de artık Alman mimarların eğittiği Letonyalı mimarların söz sahibi olması.
En sonunda ise 1908-1912 yılları arasında bu ikisinin karışımı bir akım doğuyor. Yani hem folklorik öğeler, hem de klasik art nouveau çizgileri kullanılıyor.
Gelelim bu akımın en güzel örneklerini nerelerde görebileceğinize…Tren garından itibaren Elizabetes Iela (Elizabeth Caddesi) yol boyu çok güzel binalar barındırıyor. İşin zirve noktası ise Alberta Iela (Alberta Caddesi).
Bu cadde kafanız sürekli yukarıda gezeceğiniz bir cadde. En büyük sorun binaların güzel fotoğraflarını çekmek için uygun açıları bulmak olacak. Geniş açılı bir lens daha iyi iş görecektir. Benim lensim tüm binaları almaya maalesef yeterli olmadı.
Buradaki binaların çoğunluğu mimar Mikhail Eisenstein’in eseri. Öyle ki bu cadde onun Riga’ya bir hediyesi olarak bile geçiyor.
Aynı caddede bir de Art Nouveau Müzesi var. Ben vakti denk düşüremediğimden görme fırsatı bulamadım, fakat müzenin içerisinde bu akımın Riga’daki yayılışına ve tarihçesine dair ayrıntılı bilgiler yer alıyormuş. İlginizi çekiyorsa görebilirsiniz.
Şimdi kafamızı aşağı indirebiliyorsak nehrin kenarına doğru yürüme zamanı. Tekrar tarihi şehir merkezi sınırlarına girip, sonra yine dışarı doğru yürüyeceğiz. Kanalı da geçip, doğrudan nehrin kenarına ilerliyoruz.
Kale ve Etrafı
Akmens Köprüsü hedefimizde. Bunun iki sebebi var, biri nehrin öte yakasında bulunan Litvanya Ulusal Kütüphane‘sine ulaşmak, diğeri ise Riga Kalesi‘ni uygun bir açıdan fotoğraflamak. Kale maalesef ziyarete kapalı, çünkü Letonya’nın devlet başkanının ikameti kendisi. 2013’te, yani çok yakın bir zamanda büyük bir yangınla hasar görmüş ve ardından restore edilmiş.
Köprünün karşısında gözüken rampalı bina ise Letonya Ulusal Kütüphanesi. Bu yeni bir bina ve Riga’yı yukarıdan fotoğraflamak için kullanabileceğiniz bir yer. Bir giriş kartı alarak ve sessiz durma şartıyla kütüphaneye girebiliyorsunuz.
Spikeri
Kütüphaneyi gördükten sonra tekrar diğer yakaya geçerek nehrin kenarında kısa bir yürüyüş ardından Spikeri’ye ulaşacaksınız. Tıpkı Tallinn’deki Telliskivi benzeri bir yer burası da, ama Telliskivi kadar güzel değil. Eski depolardan dönüştürülen yerlerde, cafe ve restaurantlar bulunuyor. Aynı zamanda bir de gece pazarı kuruluyormuş bu bölgeye.
Ben buraya çok uzun vakit geçiririm beklentisiyle gelip, uğradığım hayalkırıklığının etkisiyle yaklaşık 15-20 dakikada ayrıldım. Buraya çok yakın bir bölgede Merkez Pazar Yeri – Rigas Centraltirgus bulunuyor. İşte şehirdeki Rus etkilerinin en yoğun görüldüğü yerler de bu bölgelerde. Zaten bu bölge de “Küçük Moskova” olarak anılıyor.
Eski zeplin hangarları bugün açık-kapalı bir pazar yerine dönüştürülmüş. Her hangar başka bir alana hizmet ediyor, meyve, sebze, et, kıyafet… Ne ararsanız var. Tek tek girip çıkarak gezmek elbette çok vakit alıyor, genel atmosfer, anlayacak şekilde birkaç bölüme girip çıkmanız sanırım yeterli olacaktır.
Dedim ya, bu bölge Rus etkisinin en yoğun göründüğü bölge diye. Pazar yerinin arka tarafında büyük bir bina görünüyor ve bu göründüğü yerden dahi “beni Ruslar yaptı” diye bağırıyor. Bu bina Riga Bilimler Akademisi. Rusya’nın başkenti Moskova’dan bir hediye bu Riga’ya. 1951’de yapımı esnasında binaya “Stalin’in doğum günü pastası” yakıştırmaları yapıldıysa da, binanın bitimini Stalin görememiş. Bu kadar yüksek bir binadan tabii ki şehrin manzarasını görmek de mümkün, giriş 4 Euro.
Riga’da Yeme – İçme
Big Bad Bagels
Riga’da hem Spikeri’de, hem de Art Nouveau bölgesine yakın bir noktada şubesi bulunan, adından anlaşılabileceği gibi bagel üstüne kurulu bir menüsü olan mekan burası. Kahvaltı için ilk sabah Spikeri şubesine gittim, salamlı bagel ve portakal-greyfurt suyu karışımına 6.80 Euro verdim. “Turkey in Istanbul” adlı hindili bir bagel seçeneği de var.
Miit Cafe (Art Nouveau Bölgesi)
Burası vegan seçenekleri de olan bir üçüncü dalga kahveci. Bir kısmı çalışanlar için ayrılmış bir bölümü de var ve duvarlarında belirli saatler aralığında o masaları boş bırakmanızı istiyorlar. Vegan gibi bir alanda olunca pahalı olduğu düşünebilir, fakat fiyatları diğer yerlerle aynı. Ben vegan bir brownie ve cappucino’ya 5.20 Euro verdim.
Salve Restaurant (Tarihi Şehir Merkezi)
Tam da Karakafalar Evi’nin arka tarafında bir restaurant burası. İsteyenler için bir Letonya mutfağı seti menüsü de mevcut 25 Euro’ya, menü içerisinde ünlü “black balsam” içkisi de var, birazdan daha ayrıntılı bahsedeceğim. Ben önden balkabağı çorbası ve ardından Ringa (herring) balığı yedim, yanına ise beyaz şarap içtim ve 20 Euro hesap ödedim.
Black Magic (Tarihi Şehir Merkezi)
Riga’nın ünlü içkisi black balsam 250 yıldır değişmeyen bir tarifle yapılıyor, içeriğinde 25 çeşit baharat var. Aslında ilaç olarak üretilmiş, fakat sonrasında tadı hoşlarına gitmiş olacak ki, “bunu neden içki olarak tüketmeyelim ki” diye düşünmüşler ve Riga’nın en ünlü ürünlerinden birini yaratmışlar. Bu kafe de çeşit çeşit bu likörden yapılan kahve ve kekler sunuyor. Ben frenk üzümlü ve balsamlı pasta yedim örneğin, yanına da espresso içtim. Balsam’ı sek olarak içmeniz de mümkün, genellikle shot şeklinde içiliyor. Eğer şişeyle de almak istiyorsanız, önerim buradan almamanız yönünde. Marketlerden çok daha ucuza alabilirsiniz. Rimi Süpermarket hem tren garında, hem tarihi şehir merkezinde bulunuyor. Mutlaka karşınıza çıkar.
Lido
Lido bir zincir restaurant sayılabilir. Tren garında, tarihi şehir merkezinde ve Elizabetes Iela’da şubeleri var. Elizabetes’teki şubesi doğrudan Splendid Palace’ın yanında sayılabilir. Buranın özelliği self servis olması ve bizdeki ev yemeği yapan restaurantlar gibi tabldot usulü yemeklerinizi almanız… Çok uygun fiyatlı ve gerçekten lezzetli. Mevsime uygun kampanya ve alternatifler de var, daha ben oradayken yılbaşı sezonunu açmışlar ve mekanı çok güzel süslemişlerdi. Ben şaşlık (adı gerçekten böyle ve bizdeki şaşlık gibi), acı salçalı pilav, patates kızartması, havuç salatası ve restaurantın kendi fıçı birasına 10.85 Euro ödedim. Doyurucu ve tatmin edici, bir gününüzü hem ekonomik açıdan, hem de lezzet açısından şüphe etmeden buraya ayırabilirsiniz.
Genel Bilgiler
- Baltıklar’da güneye doğru indikçe pahalılık azalıyor. Bunu yolda ilk olarak benzin fiyatının düşmesinden anlıyorsunuz. Yemek yerken iyice fark eder hale geliyorsunuz. Yani Riga, Tallinn’den daha ucuz, ama Vilnius’tan daha pahalı bir şehir. Yine de “Riga çok ucuz bir şehir” demek bu kurlarla mümkün değil.
- Black Balsam, Riga’nın en ünlü likörü. Yukarıda da belirttiğim gibi marketlerden almanız daha mantıklı. 20’lik, 40’lık ve 1 litrelik seçenekleri mevcut. Orijinal balsam alabileceğiniz gibi frenk üzümlü seçeneğini de tercih edebilirsiniz.
- Tallinn yazısında da belirttiğim gibi genel olarak Baltık ülkelerinde asgari ücret düşük ve bu Riga’da daha hissedilir.
- Rus etkisi mimari olarak özellikle bazı noktalarda daha baskın.
- Baltık ülkelerinde güneye indikçe dindarlık da artıyor. Estonya’daki gibi sıfıra yakın dindarlıktan Riga’da bahsetmek mümkün değil.
Bir önceki yazıda Baltıklar’da en sevdiğim şehrin Tallinn olduğundan bahsetmiştim. Bu diğer şehirleri sevmedim anlamına gelmiyor elbette. Riga’ya da hayran kaldım. Üstelik Baltıklar’daki neredeyse tek tam anlamıyla güneşli günümü burada geçirmem sebebiyle de ayrı bir yeri oldu.
Leave a reply