Bavyera Yazıları 1 – Regensburg

“Regensburg çok güzel konumlanmış. Buraya bir şehir kurulmak zorundaydı…” Goethe

Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Ufak çaplı bir Sibirya simulasyonu yaşıyorum. Telefonumdaki hava durumu uygulaması dışarıda hissedilen sıcaklığı -19 olarak gösteriyor. Tabii neyse ki gelmeden önce bu havanın böyle olacağı belli ve yanımda kayak montum da var, eve hapsolup oturacak da değilim.

İstikamet Regensburg…

Bilgi Notu: Almanya’da her eyaletin kendi içerisinde kullanabileceğiniz biletleri bulunuyor. Bunun Bavyera’daki hali “Bayern Ticket” olarak geçiyor ve tek kişi 25 Euro. Sonradan eklenen her kişi için (en fazla 5 kişi kullanabiliyor bu biletleri) 6 Euro daha veriyorsunuz. Yani kişi sayısı arttıkça, bilet fiyatında kişi başına düşen miktar azalıyor. Bu biletlerle eyalet içerisinde bütün bölgesel trenlere (R, RE ve ALX ile gösteriliyor), aynı zamanda şehirlerdeki toplu ulaşım araçlarına binebiliyorsunuz. Tren saatlerine Deutsche Bahn uygulamasından “local transport only” seçeneğiyle arama yaparak bakabilirsiniz.

Daha trendeyken iner inmez gidebileceğim bir kafe araştırıyorum telefondan, kafama göre bir yer belirliyorum. Trenden iner inmez koşar adım orası… Zira bu Alman trenlerinde içim ısınmıyor benim, bir şekilde otomatik ısı ayarından olsa gerek, tam böyle rahatlamışken trenlerin klimaları çalışıyor ve nereye saklanacağınızı şaşırıyorsunuz. Gerçekten bir sıcak ortam bulmam lazım gezmeye başlamadan önce…

Moccabar‘a oturuyorum, çikolatalı tart ve yanına cappucino sipariş veriyorum. Almanya’da hoşuma giden bir adet var, daha doğrusu bir yöntem… Bahşiş geleneği çok fazla yok, yukarı doğru yuvarlıyorsunuz. Örneğin 5.80 Euro tutsa bile hesabınız bunu 6 Euro’ya yuvarlıyorsunuz ve servis görevlileri mutlaka çok sıcak bir şekilde teşekkür ediyor. Her seferinde içimden Türkiye’de biz bahşiş bırakana kadar başımızda bekleyenler, o anki imkanlara göre 2-3 lira bıraktığımızda karşılaştığımız memnuniyetsiz tavırlar geçiyor.

Biraz ısındığıma göre gezmeye başlayabilirim. İşte Regensburg…

Regensburg, Bavyera’nın ilk başkenti. Dükler, krallar, piskoposlar yaşamış Regensburg’ta zamanında. Yüzyıllar süren dönemden sonra, bugüne hala çok iyi korunarak gelmiş bir mimari… 2006 yılında UNESCO listesine girmiş Regensburg.

İlk durağım Taş Köprü...

Regensburg’tan da birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi bir nehir geçiyor ortadan ve bu nehir Tuna… Bu yüzden şehre zaten zaman zaman “Tuna’nın yanında…” anlamında “Regensburg ob der Danube” deniyor.

DSC06291
Steinerne Brücke – Taş Köprü

Efsaneye göre Katedral ve köprü yapılırken iki yapının mimarları kimin projesini daha önce bitireceğine dair iddiaya girerler. Katedralin inşaatı daha hızlı ilerleyince, köprünün mimarı şeytanla bir anlaşma yapar ve iddiayı kazanır. Anlaşmaya göre eğer iddiayı köprünün memuru kazanırsa, yardımı karşılığında köprüden geçen ilk üç kişinin ruhu şeytanın olacaktır. Bu anlaşmayı yapar yapmasına köprünün mimarı, ama içine de sinmez ve zaferinin tadını çıkaramaz. Rahiplerden birine gider, rahip ona köprüden ilk üç geçişin hayvanlar tarafından yapılmasını önerir ve köprüye üç horoz, bir de köpek gönderir. Şeytan bu, tabii ki durumu anlar ve öfkelenir, köprüde kocaman bir delik açar ve ortadan kaybolur.

Gerçeğe baktığımızda yapıldığı dönemde Tuna’yı geçen tek köprü olma özelliği taşıyan bir mimari harikası duruyor karşımızda, üstelik 900 yaşında. Köprünün ucunda bir de köprüyle ilgili ufak müze var.

Porta Praetoria ve Castra Regina‘ya doğru devam edelim.

DSC06357
Porta Praetoria & Castra Regina

Burası Regensburg’a ismini veren bölge. (Regen Kalesi). 179 yılından kalma Porta Praetoria şehrin en kadim kalıntılarından biri ve Kuzey Alpler’in en eskisi.

Çok uzaklaşmadan Goliathhaus’a gidelim. İsmini Türkçe’ye Davut ve Golyat olarak geçen hikayeden alan Golyat Evi burası. İncil’de geçen bir hikaye… Bu hikayeden bir parça, bu evin duvarına 1573 yılında çizilmiş.

DSC06361
Goliathhaus

Artık biraz şehrin içlerine doğru ilerleyebiliriz. Her Alman şehrinin olduğu gibi, Regensburg’un da merkezi Rathausplatz. Rathaus belediye binası demek Almanca’da. Tek bir seferde yapılmamış bu meydan, üstelik ilk Alman parlamentosuna da ev sahipliği yapıyor. Tabii ki bu parlamento demokratik şekilde oluşturulmamış, dönemin imparatorunun ihtiyaçlarına cevap vermesi amacıyla kurulmuş. Sonrasında da zaten şehirden şehre taşınıp durmuşlar.

DSC06300
Rathausplatz

Her Alman şehrinin bir vazgeçilmezi Rathausplatz ise, bir diğeri ise Dom adı verilen büyük katedraller… Nitekim Regensburg’da da gene bir klasik olarak restorasyonda olan St. Peter Katedrali bulunuyor. Şehrin birçok noktasından kuleleri gözüküyor ve Bavyera’daki en etkileyici kiliselerden biri olarak gösteriliyor.

1274 yılında yapımına başlanmış ve Gotik bir üslupla inşa edilmiş. İçerisinde dünyadaki en büyük “asılı” kilise orgu var, tam 37 ton ağırlığında.

DSC06307
St. Peter Katedrali

Buradan biraz yürüyüşle Neupfarrplatz‘a ulaşalım. Burası bir zamanların “Yahudi Mahallesi” ve Regensburg da Almanya’nın en eski Yahudi geçmişlerinden birine sahip. Burada bulunan Talmud Üniversitesi’nin de etkisiyle, 400-600 kişi arası Yahudi yaşarmış zamanında Regensburg’da. Meydanda birbirlerine köprülerle bağlı yaklaşık 30 ev bulunuyor.

DSC06319
Neupfarrplatz

İlk kez 1519 yılında anti-semitik saldırılara uğramış ve buradaki Yahudiler’e şehri terk etmeleri için 4 gün verilmiş. Yanlarına eşyalarını ve kutsallarını almalarına da izin verilse de, onlar her şeylerini yok ederek şehirden ayrılmayı tercih etmişler. Bu olay “Tanrı’nın işi” olarak geçmiş kayıtlara ve buna bağlı olarak da orada hızla bir şapel ortaya çıkmış. Tabii hemen bir de kilise… Neupfarr Kilisesi. Bugün meydan zamanında orada bulunan sinagogun izlerini işaretleyen bir anı köşesiyle geçmişini hatırlatıyor.

DSC06323
Neupfarr Kilisesi ve Sinagog Anı Köşesi

Regensburg denince bir de akla Walhalla geliyor. Fotoğraflarını gördüğünüzde aklınıza hemen Atina’daki Akropolis gelecek. Şehrin 20 dakika kadar dışında, Tuna’yı yukarıdan seyreden bir noktada bulunuyor Walhalla.

DSC06378

Birçok ünlü Alman’ın büstü var içerisinde. Bana sorarsanız içine girmeye çok fazla değecek bir yer değil, ama hem yapıyı görmek, hem de manzarayı seyretmek için yolunuzu buraya mutlaka düşürün Regensburg’dayken. Buraya gelmek için şehirden 5 numaralı otobüse binip, Regensburg-Walhalla durağında inerek 10-15 dakika kadar yürümeniz gerekiyor.

DSC06386
Walhalla

Burayı da gördükten sonra, Münih’e dönmeden önce tekrar Regensburg’a geliyorum.

Tuna’nın kenarında bulunan dünyanın eski sosis restaurantına uğrayacağım, Historische Wurstkuchl. 

İnce sosisler servis ediyor burası, muadillerine göre fiyatları biraz daha yüksek. Tat olarak da size inanılmaz bir şey vaat etmiyor bana sorarsanız, ama buraya kadar gelmişken bir tatmak isteyebilirsiniz.

Treni istasyonuna dönerken ise Schloss St. Emmeram Thurn und Taxis uğrak noktam. Zaten tren garından şehre yürüyerek gittiyseniz birçok yerde tabelasını görmüş olacaksınız halihazırda.

Thurn ve Taxis kraliyet ailesine ait, görkemli bir saray aslında burası. Yalnızca rehberli turlarla gezilebiliyor, ancak dışarıdan dolaşabilmeniz mümkün.

Tren garına oldukça yakın bir konumda bulunuyor. Nitekim burayı da gördükten sonra Münih trenini yakalamak üzere tren garına gidiyorum. Tren gelmeden önce, her Bavyera şehrindeki değişmez adresim Rewe süpermarketlerine giderek akşam içmek üzere Regensburg’a ait biralardan alıyorum.

Almanya’da olmanın hakkını vermek lazım.

Bavyera’nın ilk durağı böylece bitiyor. Bu soğuk havalarda tren asla zamanında hareket etmiyor, üstelik en soğuk günü henüz yaşamamışım bile. Zaten sokaklarda da bir akıllı ben ve birkaç uzakdoğulu turist. Diğer insanlar koşturarak kendilerini gittikleri yere atma derdindeler.

Yine de en azından gezmeme izin verdi. Ona da izin vermeyecek soğukların zamanı yaklaşıyor.

DSC06289

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

8 comments