Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), dünyada sadece Türkiye tarafından tanınan, hukuki deyimle, “de-facto” bir devlet, fakat ne var ki Türkiye ile ikili ilişkilerde –özellikle bu dönemde- karşılıklı bir değişim görülüyor. 1983 yılında bağımsızlığını ilan ettiğinden beri, KKTC yolunu çizmeye çalışıyor ve hala bir çözüm bulunabilmiş değil.
Büyük umutlarla Annan Planı’na evet diyen Kuzey Kıbrıs, referandumdan sonra umduğunu bulamadığı gibi, Güney tarafı tüm sorunlarıyla birlikte Avrupa Birliği’ne girdi ve KKTC biraz daha yalnızlaştı. Şimdi yeni bir çözüm umuduyla süslenmiş bir yola giriliyor.Tüm bunlar olurken Kuzey Kıbrıslılar da geleceklerinden emin olamadan, uzun vadeli planlar yapamadıkları yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Aslında 1974 öncesinden itibaren Kıbrıs’ta yaşayan kişiler ve ailelerinin bugün artık, “Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportları ve kimlikleri var. Adadaki sınır bu insanlar için fiilen kalkmış durumda. Bizim için ise olası bir çözüm ve birleşme dönemine kadar, Kuzey Kıbrıs kolay ulaşılabilir ve farklı bir coğrafya.
KKTC’ye olan yolculuklarınızda pasaporta ihtiyacınız yok ve yurt dışına çıkış harcı da vermiyorsunuz. Uçakta veya havaalanında size verilen formları doldurmanız yeterli ve sonrasında KKTC sizi bekliyor. Öncelikle, Kuzey Kıbrıs’ta arabanız olmadan –özellikle geceleri- çoğunlukla taksiye muhtaçsınız. Gündüz saatlerinde ise toplu ulaşım hem çok sık değil, hem de her yere rahatça ulaşmanızı sağlamıyor. Taksi dolmuşlar ya da yine özel taksilerle ulaşımınızı sağlamanız mümkün, fakat en uygun tercih eğer imkan varsa araç kiralamak. Toplu ulaşımı kullanmaya karar verirseniz ise, benim önerim Kombos firmasını tercih etmeniz. Araba kiralamak için Ercan Havalimanı’nda hizmet veren Ayaz Rent a Car firmasını kullanabilirsiniz. Fiyatlar genel olarak Mayıs sonu bir miktar yükselip, Haziran sonunda sezona giriyor. Haziran’da okullar kapanana kadar olan süreç de nispeten uygun fiyatlarla araç bulabilmek mümkün.
Adayı gezmeden doğrudan otelinize gidip bir deniz tatili yapacaksanız ise KIBHAS otobüsleri havaalanı ile belirli merkezler arasında ulaşımı sağlıyor.
Adada Girne ve Mağusa’da kalarak, her iki bölgeden de farklı yerlere uzanabilmeniz mümkün. Bu coğrafyada size yol gösterecek bir şekilde görülecek yerleri ayrıntılarına girmeden bir rota önerisi şeklinde sıralamaya çalışacağım.
İlk gün nispeten sakin geçiyor, vaktimizi Girne Limanı’nda bir sabah yürüyüşünün ardından, -eğer yaz ise hava çok fazla ısınmadan- Girne Kalesi’ni ve içerisinde barındırdığı zengin müzeyi görmeye ayırıyoruz. Girne Kalesi, bir üçgenin parçası. Diğer noktalarını ise Buffavento ve Disney’in Pamuk Prenses filmine de ilham kaynağı olmuş St. Hillarion Kaleleri oluşturuyor. Aynı güne onları da sığdırıyoruz ve akşam yemeğimizi limanda bulunan restaurantlardan birinde yiyerek tamamlıyoruz.
Ertesi sabah Bellapais’e, ya da Türkçe ismiyle Beylerbeyi’ne doğru yola koyuluyoruz. Girne’ye çok yakın bir noktada Bellapais ve Lusignan döneminden kalma bir manastıra ev sahipliği yapıyor. Burası aynı zamanda, İngiliz yazarLawrence Durrell’ın da bir dönem oturduğu evi barındırıyor bünyesinde, fakat ev yalnızca Eylül ayında ziyarete açık. Lawrence Durrell’ın Kıbrıs günlerini –biraz sömürgeci diliyle- anlattığı Kıbrıs’ın Acı Limonları ismiyle Türkçe’ye çevrilmiş bir kitabı da bulunuyor. Eğer yorulduysanız ve mevsim el veriyorsa denize gidebilir, ya da vaktinizin kalanını bu güzel köyde geçirebilirsiniz. Fakat bizim halen gezmeye enerjimiz var ve güne erken başladık, Güzelyurt’a devam ediyoruz, Agios Mamas Kilisesi’ni göreceğiz. Kiliseyi bize gezdiren rehber, Agios Mamas hakkında olması gerektiği gibi zengin bir bilgiye sahip, kilise bugün halen ayinlere ev sahipliği yapıyor. Akşam yemeğimizi ise Girne’ye dönerken İskele isimli köyde bulunan geleneksel bir Kıbrıs tavernasında yiyoruz, sipariş vermeye gerek yok, tüm yemek ve meze çeşitleri (elbette tadımlık olarak) önümüze gelecek. Biz sadece içkimizi seçiyoruz.
Artık Kıbrıs’a ısındığımıza göre, biraz yoğunlaşabiliriz. Girne’den uzaklaşalım, ilk olarak Karaoğlanoğlu Şehitliği ile başlayalım. Şehitliğin ve orada bulunan Özgürlük Anıtı’nın öyküsü bir asker tarafından ateşli bir şekilde anlatılıyor, ardından da şehitliğin hemen yan tarafında bulunan Barış ve Özgürlük Müzesiolarak düzenlenmiş ve 1974 çıkarması esnasında saldırıya uğramış karargaha, Rumlar tarafından ele geçirilen silah ve askeri araçların sergilendiği açıkhava müzesinden geçerek giriyoruz. Hemen ardından ise, Mavi Köşk’e doğru yola çıkıyoruz. Askeri arazide bulunsa da (gidince göreceksiniz, KKTC’nin önemli bir kısmı askeri arazi aslında) halka açık bir şekilde Pazartesi günleri hariç ziyaret edilebilen bu köşk, Pavlides isimli dolandırıcı bir avukatın dönemine göre çok lüks döşenmiş evi ve düzenlemesinden, kullanılan eşyalara kadar görülmeye değecek ilginç bir yer. Mavi Köşk’ü de gördükten sonra günü Koruçam’da tamamlıyoruz. Bu köy halen Lübnan’dan Kıbrıs’a gelmiş Hristiyan Maronitler’in yaşadığı bir köy, köyde Rumca baskın dil ve kendi geleneklerine göre yaşamaya devam ediyorlar.
Hazır yoğun bir tempoya girmişken, bir sonraki günü Lefkoşa’ya ayırıyoruz. Girne’den günübirlik bir geziyle geleceğiniz Lefkoşa, muhtemelen tüm gününüzü alacaktır. Sur içini gezmeye başlamadan önce Barbarlık Müzesi’ne uğrayıp, sonrasında merkeze yakın bir noktada yer alan Ledra Palas ve Yiğitler Parkı’ndan Lefkoşa gezimize başlıyoruz. Ledra Palas, bugün Kıbrıs’ı ikiye ayıran Yeşil Hat’tın ortasına bulunuyor. İlk yapıldığında otel olan bina, bugün Birleşmiş Milletler tarafından kullanılıyor. Otelin hemen önünde bulunan ve resmi olarak ara bölgede bulunan futbol sahası ise alınan özel izinle Çetinkaya Spor Kulübü tarafından antrenmanlarda kullanılıyor. Yiğitler Parkı ise adanın Güney tarafına yalnızca bir tel örgü mesafede, elinizi uzatsanız tutacağınız kadar yakın dolaşıyor insanlar size ve tamamen farklı bir yaşantıyı oradan izleyebiliyorsunuz. Ledra Palas’tan Yiğitler Parkı’na giderken tarihi Lefkoşa evlerini göreceksiniz. Parkın hemen ardından bu evlerin arasından geçerek sur içine girebilirsiniz. Lefkoşa’da yemeğinizi ise, Büyük Han’da bulunan Sedirhan’da yemenizi tavsiye ederim. Özel önerim ise Pirohu.
Lefkoşa ile birlikte Girne’den Mağusa’ya geçme vakti geliyor ve artık orada kalacağız. Mağusa, gotik ve barok mimarinin de yer yer hüküm sürdüğü etkileyici bir eski şehire sahip. Ayrıca, Namık Kemal Zindanı gibi Türkiye tarihi açısından da önemli yerleri barındırıyor içerisinde. Fakat Mağusa’da beni en çok etkileyen yer Varosha ya da Türkçe adıyla Kapalı Maraş. Apayrı bir yazıya konu olabilir insanın üzerinde uyandırdığı hislerle burası. 1974’ten beri içerisinde yaşam yok. Yüksek bir yerden baktığınızda şehirdeki vahşi hayatı gözlemleyebiliyorsunuz. Yakın geçmişe kadar camlarında perdelerin uçuştuğu, orduevinde o dönemin otellerinden kalan yemek takımlarının kullanıldığı şehirde bugün artık binaların hiçbirinde cam namına bir şey yok. Şehri –eğer askeri personel değilseniz ve içeri giriş için askeri kartınız yoksa- ancak duvarın etrafında dolaşarak soluyabilirsiniz, içeride yalnızca TSK’ya ait orduevi ve öğrenci yurtları ile Birleşmiş Milletler binaları var. Şehrin hemen girişinde bulunan İkon Müzesi, şehre en çok yaklaşabileceğiniz noktalardan biri. Müzeye ise çat kapı gidemiyorsunuz, önceden haberdar etmeniz gerekiyor “nizamiyede” bulunan askerleri.
Mağusa’da bulunan Palm Beach’te denize girerek de şehre yaklaşabilirsiniz, fakat burada bulunan bombalanmış ve halen hasarlı binalar çok insani olarak sizi rahatsız edebilir ve o yüzden Salamis’e doğru giderken Glapsides gibi belediye halk plajlarının yanı sıra özel işletilen plajları da kullanabilirsiniz.
Kıbrıs’ta kalan iki gününüzü ise Salamis Antik Kenti ve Karpaz’la noktalayabilirsiniz. Özellikle Karpaz bölgesi pırıl pırıl denizi, dokunulmamış doğası ile Kıbrıs gezinize görkemli bir nokta olacaktır.
KKTC’de geçirdiğiniz zamana ilişkin gezilecek yerler dışında verilecek diğer bilgileri de aktarmaya çalışayım. Kumarhanelere gidebilirsiniz, otellerin kumarhanelerine dışarıdan da giriş var ve içeride belli saatler aralığında yemekler ve tüm zaman boyunca içkiler ve sigaralar ile tost gibi atıştırmalıklar ücretsiz. Çoğu kumarhane belli bir limit dahilinde açıyor makinelerini, bu çoğunlukla çok yüksek bir rakam değil. Unutmayın ki o makinelerin belli bir doyum noktası var ve o noktaya kadar yüksek paralar vermiyor, inatlaşmayın, yüksek paralar yatırmayın ve eğer kazanamıyorsanız da kalkmayı bilin. Canlı oyunlara çok yüksek miktarlarla girmeniz gerekiyor, eğer özel olarak ilgili değilseniz yanaşmayın ve her kumarhane size aynı ortamı sunmuyor, rahat etmek istiyorsanız gideceğiniz kumarhaneyi özenli seçmenizde yarar var. Alışveriş konusunda ise, sokaklarda gördüğünüz ve satıcıların size gerçek olarak sunduğu birçok ürün, söz konusu markaların nispeten iyi düzeyde üretilmiş kopyaları. O yüzden fiyatları daha düşük. İçki, Türkiye’ye göre ve freeshoplara göre şehir merkezlerinde çok ucuz, çünkü vergiler düşük ve Türk içkilerinin birçoğu da “export” denilen ve çoğu kimse tarafından daha iyi bulunan versiyonlar. Dolayısıyla bu alışverişlerinizi freeshopa bırakmayın. Bunun dışında restaurantlar genellikle daha pahalılar, ama her yerde olduğu gibi ucuz yemek yerleri bulmak da mümkün.KKTC, benim anlattıklarım dışında, Kantara Kalesi, Soli Antik Kenti, Beşparmak Dağları gibi yerleriyle de, endemik bitkileri, deniz kaplumbağaları gibi doğal güzellikleriyle, mezeleri, hellim peyniri, Baf sakızı, ceviz macunu ve elbette şeftali kebabı gibi lezzetleriyle, dalıştan, tırmanışa, yatçılıktan, yamaç paraşütüne kadar yapabileceğiniz çeşitli sporlarla sizi bekliyor. Arkasında birçok acı barındıran yakın tarihi ve tüm sorunlarıyla da… Ada gezinizi Haziran ortasına denk getirirseniz, tüm adaya bir festival havası hakim olacak. Tüm şehirlerinde festivaller düzenleniyor bu dönemde Kuzey Kıbrıs’ta, siz de tiyatro bale gibi sahne eserlerinden, Bellapais Manastırı’nda klasik müzik konserlerine, Mağusa’da büyük pop konserlerinden, plajlarda özel heykel yarışmalarına kadar birçok etkinliği izleme fırsatı bulabilirsiniz.Yazıyı Lawrence Durrell’ın adanın İngiliz sömürgeliği döneminin “sonunda” Kıbrıs’tan mecburi ayrılığında yazdığı bir şiirin şu dizeleriyle bitirebiliriz, zira bugünkü durumu da iyi yansıtıyor bu şiir:“En iyisi gerisini anlatmamaktır / Güzellik, karanlık ve şiddet / Bırakmalı saklasın onları / onların uyku yadigarları…”
Bugün Kıbrıs yine şiirin dediği gibi, şimdilik “koruyor sükunetini, dökülmeyen gözyaşları gibi…”
Gerçekten çok güzel anlatmışsınız. Kıbrıs’ı kısaca özetlemişsiniz. Ben de Kıbrıs’ı araştırırken http://kibrisbook.com diye bir site buldum. Kısa ve öz olarak Kıbrıs otelleri,Kıbrıs’ta tarihi yerler,plajlar ve daha bir sürü güncel 2017 bilgiler var. Gitmeden mutlaka bakın derim 🙂