Kars ve Ardahan (Bir Doğu Gezisi – 1)

Büyükşehir’in stresinden bunalırmış insan, böyle bir yolculuğa çıkmadan anlaşılmıyor bu.

Erzurum Ekspresi’nin yataklı vagonunda, otuz saatlik bir yolculuk neticesinde Ankara’dan Kars’a indim. Tren öyle bir şey ki, insan sıkılmıyor. Demiryoluna hayranım. Terk edilmiş istasyonların hüznü, yıkık binaların içinde barındırdığı anılar, gelip geçen trenler… Yolları kim bilir kaç kere arşınlamış makinistler…

Tren hep hüzün simgesi olarak kullanıldı belki şarkılarda, “kara tren gecikirdi” ya da “trenler çığlık çığlık ayrılık katar” idi… Bu kez öyle değil benim için. Mutluyum, Kars’a yaklaştıkça daha da mutlu oluyorum.

Sağımda koyunlar otluyor, solumda insanlar yeni uyanmışlar, tarlayı sürüyorlar. Öğlen 3.25’te kalkıyor tren Ankara Garı’ndan, ertesi akşam saat 9.30 gibi Kars’a varıyor.

Gelişmemiş, ya da gelişmiş… Doğal ama. Eski Rus binaları hüküm sürüyor şehirde halen, Kars’ın gizli zenginleri var Karslılara göre ve çoğu binanın sahibi onlar. İhmalkarlar, bu yüzden binalar bakımsızlıktan yıkılacak gibi neredeyse. 12 yıl önce, Ağrı’da yaşamıştım üç yıl, o günden bugünlere oranın “doğasında” değişen bir şey olmamış.

İlk gün Kars Kalesi yolunda, doğaya hayran kalıyorum. Sağ-sol hep eski binaların yıkıklarıyla dolu, dağ taş harabe… Ağaçların arasında üniversitenin yerleşkesi, kim okumak istemez ki orada aslında. Kale, simge durumunda. Şehrin çoğu yerinden gözüküyor. Bir top duruyor kalede. Yerler madımak dolu. Bileni az, bırakmışlar, pişirip yemiyorlar galiba. Zindanları, kale burçları… En tepesine kadar çıkılmıyor, kapısı kapalı. Bir çay bahçesi var kalede, yüz veren yok pek. Haklılar tabii, o tarih dokusunda, tüm şehire hakimken insan ne çay düşünür ne başka şey…

Kaleden yürüyerek aşağı inerken, yıkık durumdaki hamamlar, türbeler, Selçuklu yapısı camiiler dikkat çekiyor. Bir tanesini Lalahan yaptırmış, sonra bir evliya gelmiş yatmış oraya, adı Evliya Camii olmuş, yani zavallı Lalahan gümbürtüye gitmiş Evliya yüzünden…

O civarı gezmek keyifli, Halk Eğitim Merkezi gibi bir yer var, oradaki görevlilerle konuşabilirseniz de bir hamamı bile gezebiliyorsunuz. Kadınlar için büyük bir seferberlik başlatılmış, bilgisayar kursları açılmış. Gönüllülük yöntemiyle çalışılıyor ve gönüllüler de büyük bir şevkle halkı eğitmeye adamış kendisini. Unutmadan Kars’ta su bol, kaldırımlarda falan halı yıkayanları kimse yadırgamıyor, dağ taş dere tepe su orada. Kars Müzesi’nde de civardaki arkeolojik kalıntıları görebiliyorsunuz, müzenin hemen yanında Kazım Karabekir’in vagonu var. Orayı da geziyoruz, görevlimiz içini döküyor bize. “Ben bu cahil kafamla anlıyorum bunları, satıyorlar memleketi, insanlar, okumuş yazmışlar nasıl göz yumuyorlar ona aklım ermiyor işte. Ben dilliyim de biraz, sokakta konuşuyordum, arkadan bir yaşlı amca yanaştı, ‘yavrum’ dedi, ‘kömürler, pirinçler yığılıyor her gün kapılarımıza, git de bak’ dedi.”

Ertesi gün rota Ani Harabeleri… Toprak bir yoldan gidiliyor, yol yapım var belli ki. Bir süre sonra telefonuma mesaj geliyor, “Yurtdışında 3 SMS bizden hediye.” Çok geçmeden anlıyorum ki, şebekem Ermenistan’dan almaya başlamış sinyali.(RA-ARMGSM) Sol tarafımız Ermenistan köyleri, sağ tarafımız da Türkiye’ye ait. Taksi şoförümüz diyor ki, “sorun politikacılarda, bu köylerin, insanların hiçbir sorunu yok, kendi aralarında ticaret bile yapıyorlar.”

Sınırları kafamızda çiziyoruz, aramızda Arpaçay var sadece, başka hiçbir şey yok. Ani Harabeleri eskiden Jandarma izniyle geziliyormuş, artık herkese açık. Ermenistan toprakları oradan çok yakın. Otobüslerle insanlar getirip seyrettiriyorlarmış harabeleri. Bir de taş ocakları var tam karşıda…

Bu kilise Ani Harabeleri’nden. Niye öyle yıkık derseniz, yıldırım çarpmış diyorlar. Harabelerin arazisi oldukça geniş, şöyle ki biz 4 saati aşkın bir sürede gezdik. Yolunuzu düşürürseniz pişman olmazsınız.

Kars civarında Sarıkamış ve Kağızman’ı da görebildim, Kağızman’a yağmurlu bir günde gittik. Sarıkamış’ta ise, Katerina’nın Köşkü’ne gittik ilk olarak. Eskiden oranın Askeri Birliği’ne ait bir karargah olarak kullanılıyormuş. Sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmış. Şu an yıkık-dökük durumda. Berbat yani, hayal bile edemezsiniz… Araştırdım, Hürriyet’ten Yalçın Doğan yazmış, ama hiçbir hareket yok halen. Orası bir otel yapılsa, hatta bir yemek yeme yeri… Ne kadar güzel olur, biraz fazla tamire ihtiyacı var yalnız şu an.

Bir gün de Çıldır Gölü kıyısından, Ardahan’a gidiyoruz. Ilgar Geçidi üzerinde bir çeşme var, hayatımda içtiğim en güzel su… Yamaçlarda kalmış karlardan da yedik.(kar yenir ve çok güzeldir.)

Damal’ın adını duyanınız var mı bilmiyorum, ama hepiniz dağın üstüne düşen Atatürk’e benzeyen silueti biliyorsunuzdur. Damal Belediyesi güzel tanıtıyor bunu, ama eksikleri de var. Öncelikle, yolun ortasında Atatürk Silueti yazan bir tabela var ama, saat kaçta düşüyor o siluet, yılın hangi zamanı, hiçbir bilgi yok. Damal Belediyesi’nin şenlikleri de var, lakin şenlik afişlerinde de saate dair bir bilgi yok, hatta ve hatta Damal’ın sitesinde de yok… Siluetin düştüğü yerde iki çocukla konuşuyoruz, ne yazık ki silueti göremiyoruz, çünkü saat 18.00’de düşüyormuş gölge, biz gittiğimizde henüz 12’ydi…

Çocuklar her gün görüyorlarmış, biri yedinci sınıfı bitirmiş, “SBS nasıl geçti” diyoruz, “girmedim ki” diyor. “Niye” sorumuza verdiği cevap o kadar acı ki, “okumayacağım ben.” Gerekçesi “paramız yok” ve “koyunları, inekleri kim otlatacak?” Baskı yap ailene, okutsunlar seni diyoruz…

Damal’ın içinde bir evden Damal Bebeği alıyoruz. Sonra da yolumuza devam ediyoruz, Türkgözü’ne gidiyoruz, Gürcistan Sınır Kapısı’na… Oradaki gümrük memuruyla sohbet ediyoruz biraz, yine harika manzara eşliğinde oradan Posof’a iniyoruz. Ardahan’a bağlı bir ilçe Posof ve orada karnımızı doyuruyoruz Öğretmenevi’nde Posof’un harika patatesleri ile. İnsanlar o kadar sıcak ki, Damal’da herkes “buyrun silueti beraber bekleyelim” diyor bize, çaylar ikram etmek istiyorlar. Kibarca reddediyoruz, yolumuz uzun diyerek.

Posof’tan sonra Ardahan’a da uğrayarak Kars’a geri dönüyoruz. Sıradaki konaklama yerimiz Iğdır ki Iğdır’ı şöyle bir gezebiliyoruz ancak. Iğdır’ın iklimi etrafına göre oldukça değişik, Ağrı Dağı’nın dibinde olmasına rağmen o kadar sıcak ki… Şehir olarak daha gelişmiş. Orada bir gece kalıp, yola devam… İstikamet Nahcıvan.

Haziran 2008 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *