Merhaba Kıbrıs – 1 : Girne ve Güzelyurt

Uçağın camından baktığımda artık görmeye başlıyorum Kıbrıs’ı, alçalıyoruz. “Canım Kıbrıs” diyorum, çoğu insan anlamıyor bu adada ne bulduğumu belki, ama ben inatla her yaz bir şekilde adım atıyor, hikayeler biriktiriyorum burada geçen. Kıbrıs’ı seyrederek konuyorum Ercan Havalimanı’na, İstanbul’dan gelen arkadaşlarımla buluşuyor ve çıkıyoruz dışarı arabamızı almaya.

Ercan Havalimanı Rent a Car isimli şirketten, ta Mayıs ayında ayırtmıştık Hyundai H1 marka arabayı, kalabalığız, eşyamız çok. Karşımızda bir Ford Fiesta var ve muhatap bulamıyoruz. Önce, “araba kaza yaptı” diyorlar, sonra “H1 var, ama fiyatı 220 TL” diyerek anlaştığımız fiyatın epey üzerine çıkıyorlar. Elimizde bulunan e-postayı okutmaya çalışıyoruz, “internet çalışmıyor” diyorlar ve nihayetinde suratımıza kapanan bir telefon kalıyor elimizde. Anlatıyorum, anlatıyorum ki siz de dikkatli olun gittiğinizde diye… Nihayetinde başka bir şirketten Ford Focus alıyor, zar zor sığıyoruz. Bununla keyif kaçırırsak böyle bitmez bu gezi, kafamızın arkasına atıp gezmek zorundayız ve yola çıkıyoruz St. Hillarion’a doğru.

“Hep bir şeyleri bekler gibi…” demişti bir keresinde biri Kıbrıs için. “O yüzden taş taş üstüne koyulmuyor.” Kıbrıs deyim yerindeyse gün yüzü görmemiş yüzyıllardır. Yakın tarihine bakalım…

1878 yılında Osmanlı tarafından İngilizler’e kiraya verilen Kıbrıs’ı, İngiltere 1914 yılında ilhak edip kendisine bağlıyor. Bu durum 1950’ye kadar gidiyor, 1950’de İngiliz sömürgesine karşı başlayan mücadeleden Enosis fikri doğuyor, bu fikir Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama idealini içeren bir fikir. Bu fikir karşısına TMT ile çıkıyor Kıbrıslı Türkler ve bir iç çatışma atmosferine giriliyor. Bir bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti doğuyor, fakat uzun ömürlü olamıyor. Çatışmalar neticesinde ada fiili olarak bölünüyor ve en nihayetinde 1974 yılında Türkiye adaya müdahale ediyor, Kıbrıs hukuken de ayrılıyor ikiye. İşgücü desteği ve nüfus dengesini sağlamak amacıyla Anadolu’dan insanlar göçüyor Kuzey Kıbrıs’a.

2008’e kadar kapalı kalıyor kapılar, aynı adada birbirinden habersiz yaşıyor iki toplum. 2008’de Lokmacı Kapısı’nın açılmasıyla iki toplum arasındaki ilk temas gerçekleşiyor. Yeri geldikçe anlatılacak hikayeler…

Bu hikayeleri anlata anlata ulaşıyoruz St. Hillarion’a. Burası Disney’e ilham kaynağı olduğu söylenen, Kıbrıs’taki üçgenin en önemli parçalarından birisi. Girne’ye tepeden hakim bir konumda. Geçen sefer sıcaktan başaramadığımı başarıyorum ve zirveye kadar çıkıyorum.

St. Hillarion Kalesi
St. Hillarion Kalesi

Psikolojik olarak yorgunluğun da etkisiyle herkes acıkmış durumda, ben geçen sene denediğim Salty’s Fish and Chips’e gitmek istiyorum, fakat kapalı bayram sebebiyle. Hemen karşısında bulunan Kıbet’te yemeye karar veriyoruz. Etleri leziz, porsiyonlar tüm adada olduğu gibi doyurucu. Kesinlikle öneriyorum.

Saat geç oldu, Girne Kalesi’ne erişmemiz zor. Fakat Girne’yi gezmemek anlamına gelmiyor bu. Girne Limanı’nın seyrine doyamadığım manzarasına karşı birer bira içiyoruz, sonrası Girne Limanı’nın arka sokakları ve çarşısı… Benim bu sokak merakım tüm gezi boyunca mavra konusu oluyor, daracık sokaklar ve bu sokaklara eşlik eden eski taş evler, rengarenk pencereler… Çok büyük değil, ama o sokaklara girip çıkmak bana çok güzel geliyor.

Fotoğraf - Kerem Günaydın
Fotoğraf – Kerem Günaydın

Akşam oluyor yavaş yavaş, akşam yemeği için durağımız Eziç Peanuts. Deniz kenarında, harika bir manzara ve elbette Şeftali Kebabı… Yorgunluktan ölüyor olduğumuzdan yemekten sonra dönüyoruz artık. Airbnb aracılığıyla kiraladığımız evimiz Karaoğlanoğlu’nda deniz kenarında bir sitede. Evin balkonunda oturup, şarap kadehlerimizi kaldırıyoruz. Kötü başladık, ama bundan sonrası güzel olacak diye umarak, şerefe…

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra yine Girne’ye gidiyoruz bu kez Girne Kalesi’ni görmek için. Kaleden görünen eşsiz Girne Limanı manzarası ve yine kalenin içerisinde yer alan tarihin en eski gemi batıklarından biri, Girne Kalesi’ni görmeye değer kılan önemli etmenlerden. Bu batıkla ilgili bir hikaye okumuştum üstelik, batığı bulan (ortaya çıkaran değil, sadece yerini tespit eden) Kıbrıslı bir Rum. Oğluna sürekli söylüyor, “böyle giderse Türkler adaya çıkarma yapacak…” diye. Oğlu sıkı sosyalist, Rumlar arasında da mübah biri değil, Beşparmak Dağları’na, yanlış anımsamıyorsam St. Hillarion taraflarına saklanıyor. Sonra bir gün adaya yaklaşan Türk ordusunu görüyor, aklına babası düşüyor, iniyor aşağı dağlardan. Esir düşüyorlar, bugünkü Dome Hotel’e götürülüyorlar. Rauf Denktaş geliyor bir gün otele, babası yaklaşıyor, “ne yapacayız be Rauf” diyor, “düzelecek” diyor Rauf Denktaş, inanıyor ona. Sonra ayrılıyor hayatlar, batık çıkıp sergilenmeye başlanıyor Girne Kalesi’nde, işler hiç de öyle düzelmiyor ve yerini tespit ettiği batığı gidip de göremiyor asla, yalan yanlış anlatıyor olabilirim, fakat üç aşağı beş yukarı böyleydi hikaye. Adadaki bu hikayeler beni çekiyor içine işte, belki de bu yüzden seviyorum ben Kıbrıs’ı.

Girne Kalesi - Kerem Günaydın
Girne Kalesi – Kerem Günaydın

Girne Kalesi’nden çıkıp yola, Mavi Köşk’e gidiyoruz ilk olarak. Bugün yaşasanız o lükste, hiç sırıtmaz ne eşyalar, en evin tasarımı. Ünlü avukat, kara para aklayıcısı, mafya Pavlides’in köşkü burası, İtalya’da bir mafya hesaplaşmasında öldürülen. Bugün evi gezilebiliyor. Mavi Köşk ardından yine acıkıyoruz, öğlen yemeği için size şiddetle önereceğim bir yer adresimiz, Lübnan kökenli Katolik Maronitler’in yaşadığı Koruçam’da, Yorgo’nun Kasabı.

Mavi Köşk
Mavi Köşk

Burası Kuzey Kıbrıs’ta bir Rum köyü görünümünde. Meydanda kocaman bir kilisesi var, sokak tabelaları hem Türkçe hem Rumca yazılmış, Güney Kıbrıs plakalı arabalar dolaşıyor köyde çoğunlukla ve sokakta insanlar daha çok Rumca konuşuyorlar. Yorgo’nun Kasabı ise, galiba tüm gezi boyunca yediğimiz en güzel yemeklerden biri… Önden gelen zeytin, cacıki, ciğer, buraya özel aromalarla hazırlanmış salata ve şahane fırın kebabı ile yanında enfes ev yapımı şarap… Tıka basa doyuyoruz, akşam yemek yememecesine.

Burada tabii epey vakit harcıyoruz, oysa yolumuz Güzelyurt’a gidiyor. Güzelyurt’ta Arkeoloji Müzesi’ni ve Agias Mamas Kilisesi’ni gördükten sonra Yedidalga’ya doğru ilerliyoruz. Bir tek ben giriyorum burada denize ve oradan eve dönüyoruz. Evden çıkmak yerine aldıklarımızı içmek daha cazip geliyor. Yine biraz şarap, biraz viski, yine kadehler havada…

Agias Mamas Kilisesi - Kerem Günaydın
Agias Mamas Kilisesi – Kerem Günaydın

74’te, giderken insanlar evlerinden, Türk komşularına emanet etmişler eşyalarını, evlerini… “Döneriz nasılsa” diyerek çıkmışlar. O gün bugün hikayeler yarım… Yarın Lefkoşa’ya gidecek yolumuz. Sıradaki yazının konusu..

Kıbrıs İlk Gün

Nasıl Giderim?

Ercan Havalimanı’na Türkiye’den tüm ulusal firmaların uçuşları var. Adana, Kayseri, Trabzon, Hatay, Antalya, Gaziantep’ten Kıbrıs’a doğrudan uçuşlar var. Kuzey Kıbrıs’a giderken nüfus cüzdanıyla ülkeye giriş yapabiliyorsunuz. 

Bu yazı ilk olarak iki bölüm halinde 30 Kasım ve 1 Aralık 2015 tarihlerinde gezi.com’da yayımlanmıştır. 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *