Adresi Biliyorsunuz: Barış Manço Moda, 81300 İstanbul

“kendimi bildim bileli yollarda tükettim koskoca bir ömrü / bir uçtan bir uca gezdim şu fani dünyayı…”

“Dünya’nın en kolay adresi” derdi Barış Manço buraya, her programın kapanışının klasik cümlesiydi, “adresi biliyorsunuz, Barış Manço Moda, 81300, İstanbul…”

Bugün böyle bir adres yok, fakat bu isimle bir müze var. Kadıköy Belediyesi’nin katkılarıyla bir müze-ev’e dönüştürülmüş burası. Bu yıl tamamen tesadüf eseri, Barış Manço’nun ölüm yıldönümünde İstanbul’da ve üstelik Kadıköy’deyken, sabah erkenden kalkıp, günlük koşuşturma başlamadan bu eve koştum. Çocukluğumda annemle kapısına kadar gidip, kapısını çalmaya korkup döndüğüm eve…


Bu ev 1984 yılında satın alınmış Barış Manço tarafından. Girişinde halen ölümünün ardından yazılan yazılar, o günkü haliyle korunuyor. Bahçede “domates – biber – patlıcan” ile “Arkadaşım Eşek” karşılıyor sizi

Evin içine girip, salon kısmından başladığınızda, piyanosunun başında bir balmumu Barış Manço heykeli karşılıyor sizi. Bu piyano “Steinway B210” imiş ve Barış Manço bu piyanoyu “o benim rüyam” şeklinde diye anıyormuş.


Yemek odasında bulunan masada ise, Barış Manço’nun hayatını kaybettiği gün masanın üzerine bıraktığı haliyle arabasının anahtarı ve cep telefonunun yanı sıra, ajandası bulunuyor. Ajandasında Barış Manço’nun programını takip edebiliyorsunuz.


Barış Manço’nun kostümleriyle dahi ne kadar döneminin ilerisinde biri olduğunu biliyorsunuz, işte bu kostümleri sergileniyor kıyafet odasında. Merdiven boşluklarında Barış Manço şarkılarının notaları var, arka planda ise sürekli şarkılar…


Banyoya hayran kaldım ben mesela, bugün bile kullanılabilir, asla demode ya da modası geçmiş değil. Koca bir duvar dolusu 7’den 77’ye programlarının kasetleri var en üst katta, beni çağırmadığı için küstüğüm programın…


Bu yıl aynı zamanda Barış Manço’nun ölüm yıldönümünde Ankara’da bir sergi düzenlendi, daha çok Barış Manço’nun seyyah yönüne eğilen bir sergi. Belki de böyle bir blogda en çok bahsedilmesi gereken yön…


Benim kuşağım için dünyanın gezilesi bir yer olduğunu biraz da Barış Manço’dan öğrendi belki de. Bu sergiyi gezerken de bu dünyayı ne kadar çok sevdiğini anlıyorsunuz Barış Manço’nun. Üstelik bugünkü kadar kolay da değil gezmek, ne bir tıkla ulaşılabilen uçak firmaları, ne yol parasını düşüren kampanyalar, ne derya deniz gezi blogları… Vize almak için Londra’ya gitmeyi göze almış yeri gelmiş. Kutup dairesine girmek bireysel bir seyyah için büyük iş o dönemler.


Sergiden tekrar Moda’ya dönelim, evin en üst katında Barış Manço’nun eski pasaportlarını, uçak biletlerini ve hatta mil kartını da görebiliyorsunuz. Bir de çoğu kişinin bildiği o ünlü pasaport başvuru formu, “ziyaret etmek istediği yerler: bütün ecnebi memleketler…”

Hemen yan tarafta “adam olacak çocuk” odası var. Yine benim kuşağım araba arkada oturmayı, ıspanak yemeyi, süt içmeyi ya da dişini fırçalamayı Barış Manço’nun nasihatleriyle kafasına kazımış olsa da, programın en sevdiğimiz bölümü oldu Dönence her seferinde.

En altta bir de şövalye odası var. Belçika’dan aldığı şövalye ünvanından esinlenerek, bu armayı barındıran vitraylar ve şövalye dönemine ait eşyalarla hazırlanmış bir oda burası…

Barış Manço’yla biz büyük bir hümansiti ve büyük bir gezgini kaybettik. Son şarkılarından birinde, tamamen başka bir konuya başlamadan önce “seyyah oldum, dolaştım şu alemi…” derken abartmıyordu.


Evden çıkarken duvarlardaki yazıları okudum biraz, bir cümle kaldı aklımda, “biz geldik, sen yoktun, neredesin?..” diyordu.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *