Ege’nin güneyinde Didim’den başlayan bir Kutsal Yol vardır ve bu yol bir üçgeni birbirine bağlar, döneminin en önemli kentleri olan Milet ve Priene ile Didim’in oluşturduğu üçgen… İşte bu yazının konusu bu üç yerleşim yeri!
En baştan söylemek gerekir ki bu üçgeni bir günde araba olmadan tamamlamak biraz zor, üstelik yaz mevsimi dışında imkansıza yakın. Yazın ise dolmuşlarla Didim’den Söke’ye gidip oradan Milet’e giden dolmuşlara binmelisiniz, ardından ise tekrar Söke’ye dönerek Priene dolmuşlarına binmeniz gerekiyor. Tüm bu zahmete katlanmamak için arabayla gitmeniz ya da en azından araba kiralamanız daha mantıklı olacaktır.
Bu üçgeni tamamlamak için muhtemelen Didim’de konaklıyorsunuz, öyleyse Apollon Tapınağı’ndan başlayalım. Yaygın kanının aksine, Didim ya da konumuz için daha doğru söylenişi ile Didyma bir şehir değil, Milet’e bağlı bir tapınak ki çağının en görkemlilerinden biri, ne yazık ki asla tamamlanamamış… İskender’in gelişine kadar savaş ve akınlarla sürekli yıkılan Apollon Tapınağı, Büyük İskender tarafından çok daha görkemli bir şekilde yeniden ayağa kaldırılmak istenmiş, fakat zamanla Anadolu’da Hristiyanlığın yaygınlaşması ile tamamlanamadan yarım kalmış. Buraya gelen Kutsal Yol’da bulunan heykeller ise bugün British Museum’da.
Apollon Tapınağı’ndan sonra sıradaki durağınız Thales’in memleketi Milet olsun. Milet, daha çok bir bilim-kültür merkezi, bir okul olarak geçiyor tarihte. Bugün denize kıyısı olmasa da, döneminde bir liman kenti Milet, Anadolu’nun en büyüklerinden biri olan antik tiyatrosu görülmeye değer.
Üstelik Milet önemini yakın zamana kadar kaybetmemiş, Selçuklular’a bağlı bir kent olarak varlığını sürdürmüş ve ardından Menteşoğulları’na başkentlik yapmış. Milet’te bulunan taban mozaikleri ise özenden çok uzak bir şekilde sergileniyor, yağmurlu bir havanın ardından gittiğimiz Milet’te mozaiklerin çamura bulanmış olması ve kimsenin mozaiklerle ilgilenmiyor olması canımızı acıtıyor. Milet’e kadar gelmişken, antik şehrin hemen yakınındaki Milet Müzesi’ni gezmeden ayrılmayın.
Milet’ten ayrıldıktan sonra yaklaşık yirmi kilometre kadar Söke’ye doğru ilerliyoruz ve Priene’e ulaşıyoruz, yazının en başında bahsettiğim üçgenin en önemli parçası.
Priene’den baktığınızda geniş Söke Ovası’nı göreceksiniz, Lonely Planet’te dediği gibi, o ovanın deniz olduğunu hayal edin ve yaşadığı dönemdeki Priene’i gözünüzde canlandırın! Priene’i gezerken sanki birkaç dönemde birden dolaşıyormuş gibi hissedeceksiniz. Bir yandan eski çağların Agora’sı, birkaç adın attıktan sonra bir sinagog göreceksiniz, biraz yukarı çıkınca görkemli Athena Tapınağı karşınıza çıkacak. Milet’inkine göre biraz mütevazı kalan tiyatrosu ve Bizans dönemi kilisesi… Priene’in uzun yıllar önemini koruduğunu göreceksiniz.
Priene’den ayrıldıktan sonra ise hala vaktiniz varsa, Priene’e çok yakın bir noktada bulunan, eski bir Rum köyü olan Doğanbey’i ziyaret edebilirsiniz. Biz buraya ancak bir kez, Kasım ayında gidebildik. Etraf boştu, köyün girişinde tek bir kafe açıktı ve onun dışında boş sokaklarda gezebildik ki fazlasıyla yeterdi.
Doğanbey’de yaşayanlar daha çok büyükşehirlerden buraya gelmiş öğretim üyeleri gibi emekliliklerini geçirmek için Doğanbey’i seçmiş insanlar, köye çok emek vermişler. Köyün bugünkü halini almasında büyük pay sahipleri onlar, o sebeple biraz daha hassaslar. Evlerinin fotoğraflarının çekilmesinden, yaz aylarından kalabalıkların gelip köye yığılmasından çok hoşnut değiller, fakat bu hale getirilen bir köyün bir yoğunluğu çekmesinden ne kadar kaçabilirler emin değilim. İstemedikleri bir şey yapıyor, bu yazıyla sizi bu köye gitmeye teşvik ediyorum ben de.
Saat akşama yaklaşmış olmalı, yaz mevsimindeysek belki hava hala kararmamıştır. Günün son ışıklarını Didim’de Altınkum’da uğurlayabilirsiniz, fakat uyarmam gerekiyor, maalesef çok kalabalık. İşin aslı, çocukluğundan beri Didim’e her yaz giden biri olarak söyleyebilirim ki, Didim gitgide güzelliğini kaybediyor, artık Altınkum’a adım bile atmıyoruz çoğu yaz, Didim’e yedi kilometre mesafedeki evimizde oturuyor, orada geçiriyoruz zamanımızı, denize de orada giriyoruz. Altınkum’da zira yaz aylarında kumsal şemsiyeden gözükmeyecek duruma geldi artık ve geçtiğimiz Kasım ayında üzülerek gördüm ki deniz de kalabalıklar çekildikten sonra bile kendisini toparlayamamış, her geçen gün daha da kirleniyor.
Biz ne kasabalarımıza, ne denizlerimize iyi bakmıyoruz. Çok güzel bir söz vardır, başka şeyler için söylenmiş olsa da, “deniz bitti” derler. Bu cümleyi doğrudan bu anlamıyla söylemek istemiyorsak, bu denizden birçok kişinin ekmeğini çıkardığını anlamamız gerekiyor. Yoksa gerçekten, “deniz bitti…”
Bunları düşünürken hava kararıyor sanırım, bu üçgeni bir günde tamamladıysanız eğer, geri kalan zamanınızda size iyi tatiller. Akbük gibi çevre koylara gitmeyi de ihmal etmeyin.
Nasıl Giderim?
Didim’e dört mevsim büyükşehirlerden, yaz sezonunda ise Türkiye’nin hemen hemen her yerinden otobüsle ulaşım mümkün. Mayıs – Ekim ayları arasında ise Bodrum Havalimanı’ndan Havaş’ın Didim servisleri bulunuyor. (1.5 saat – 25 TL). Didim’de yerel araba kiralama şirketleri mevcut. Toplu ulaşımla bu rotayı yapmak için ise öncelikle Didim – Söke dolmuşlarına binerek Söke’ye gitmelisiniz. (8 TL, 1 saat 15 dakika). Söke’den ise dolmuşlarla Milet’e ulaşabilirsiniz. Ardından ise tekrar Söke’ye dönüp, Söke’den Priene dolmuşlarına binmeniz gerekiyor. Bu durumda Doğanbey’e gitmeniz zorlaşacaktır, zira tekrar bir Söke dönüşü yapmanız gerekecek. Kış sezonunda ise toplu ulaşımla bu noktalara ulaşmak daha zor.
Bu yazı ilk kez 14 Aralık 2015 tarihinde gezi.com’da yayımlanmıştır.
Leave a reply