37. Vodafone İstanbul Maratonu

Bir hayal bu kadar kolay gerçekleştirilebilir olmalı mıdır emin değilim, yine de benim hayalimdi bir gün bu yarışa katılmak ve nihayet bu pazar listemdeki bir planımın yanına daha “tik” işaretini atabildim.

15 Kasım 2015 Pazar günü koşulan 37. Vodafone İstanbul Maratonu’na 10 kilometre kategorisinde katıldım nihayet.

Öncelikle organizasyonla ilgili bazı eksikliklerden bahsetmek gerekiyor.

Koşuya Anadolu yakasından katılacaklar için broşürlerde bir kelime bile bilgi yok. İstanbul’da yaşayanları geçelim, bu yarışa birçok ülkeden ve Türkiye’nin birçok başka şehrinden gelen insanlar var. Onların bu bilgilere sahip olmasını beklemek haksızlık. Bizim gibi İstanbul’u bilenler için ise konu yine de karmaşık, zira broşürlerde “metrobüsler ücretsiz” yazmasına rağmen aslında metrobüs koşu alanına gitmiyor. Bunu yarıştan bir gün önce öğreniyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Beyaz Masa, Kadıköy’den servis kalkacağı bilgisini veriyor, fakat ne saati belli, ne de nereye gideceği… Hiçbir bilgi yok. Kadıköy’e gittiğimizde sabah, ortalıkta çaresizce dolanan katılımcıları görüyoruz, hareket amirliğinden verilen tek bir bilgi var: Servisler Beşiktaş İskelesi’nin oradan kalkacak… Fakat orada bir servis yok!

Normal hatlardan birine biniyor ve Altunizade’de iniyoruz. Altunizade’de oluşturulan kontrol noktasından geçip yürümeye başlıyoruz. Maraton gönüllülerine soruyoruz, “eşya otobüsleri nerede?”, aldığımız cevap “ileride olması lazım…” Bilgiler derya deniz anlayacağınız, bu en basit bilgiyi bile bilmeyen kişiler maraton görevlisi yelekleriyle ortalıkta dolaşıyorlar.

Ortalık beklendiği üzere çok kalabalık. Eşya otobüsleri eşyalarını koymak için önlerine çıkan insanları ezercesine üstlerine sürerek eşyaları almadan kaçıyorlar ve binlerce insan çantalarıyla ortalıkta kalıyor. Zaten otobüslerin yerini ararken her noktada “ileride…” cevabını almaktan bıkan bir katılımcının haklı isyanı her şeyi anlatıyor: “Yeter yahu, çantayla koşacağım ben!”

Sinirler bozuluyor daha işin en başından, fakat bu şekilde de yarışın tadını çıkarmamız mümkün değil, toparlamamız lazım. Başlangıç noktasına gidiyoruz, öncelikle maraton başlıyor, ardından 15 kilometre ve yine yirmi dakika gecikmeyle bizim startımız veriliyor. O kalabalıkta başlangıç noktasına adım attığım an yarışın normal başlama süresinin 32 dakika sonrası…

Başlangıç noktasını geçtikten kısa bir süre sonra köprüye geliyoruz. Bu insanın hayatında yılda belki de bir kez yaşayabileceği bir deneyim. İnsanlar yavaşlıyor, koşu yürüme noktasına dönüyor burada.

image

Köprünün direklerine tırmananlar, korkuluklara yaslanıp boğaza nazır fotoğraf çekilenler, elbette boğazı seyredenler… Ben de yavaşlıyorum tabii ki, biraz da bunun için katılmadım mı yarışa? Aslında tam da hayal ettiğim gibi değil, ben hayalimde böyle bir kalabalık canlandırmamıştım. Bir yandan koşarken, önüme bile bakmadan boğazı seyrederek köprüyü geçebilirim diye düşünmüştüm, fakat bu mümkün olmuyor.

Köprüyü geçene kadar yavaş adımlarla ilerliyorum ve sonrasında asıl koşu başlıyor benim için. Koşmaya henüz bir buçuk yıl önce başlamış biri olarak burada bu işten bu kadar zevk alıyor olmak beni şaşırtıyor. Hayatımda boyunca sporu anlamsız bulan ben, koşuya başladıktan sonra bunca zamanki düşüncelerimi saçma bulmaya başlamıştım. Koşmak gerçekten insanı iyi hissettiren (hem de nasıl), bir anda mutluluk salgılatan bir eylemmiş. Koşu bir buçuk yıldır hayatımın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Uzun zamandır hayalini kurduğum bu maratonda, hayatımda koşu yokken, hedefim halk yürüyüşü idi. 42 kilometre hedeflemiyorum, fakat 15 kilometre neden olmasın?

Barbaros Bulvarı’ndan sponsor markaların mağazalarının önünde oluşturulan tezahürat ekiplerinin çığlıkları ve müzikleri eşliğinde Beşiktaş’a inip, koşuyu yarılıyorum. Turistler ellerini uzatıp “çak” yapıyorlar gelip geçen koşuculara.

image

Dolmabahçe’de halk yürüyüşünün bitiş noktasından geçtikten sonra artık az kaldığını biliyorum. İki kilometre daha… İyiyim. Kabataş’tan geçip Karaköy’e doğru ilerliyorum, Karaköy’den de Galata Köprüsü’ne… Bitiş noktası Eminönü’nde.

Galata Köprüsü’nün sonuna doğru artık 10 kilometre bitişine 300 metre gibi tabelalar başlıyor. Hızlanıyorum biraz ve artık Eminönü’ndeyim. Maratonun sayfasına girip sonucuma bakıyorum, köprüdeki oyalanmayı saymazsam, bir saati çok az aşkın bir sürede tamamlamışım 10 kilometreyi, benim için iyi bir derece.

Bu noktada organizasyonun eksikliklerine değinmeye devam etmek gerekiyor. Koşunun tam tersi yönüne doğru akın akın gelen insanlar gördüm örneğin koşu esnasında, bu insanalar o şekilde koşu yoluna nasıl girmişler, neden izin verilmiş? Koşunun gidişatını çok büyük ölçüde engelleyen bir durum bu.

Yardım dernekleri yararına koşmak, onlar adına maratona katılıp farkındalığı arttırmak gerçekten çok iyi bir davranış, tebrik etmemek elde değil. Fakat, henüz başlangıç noktasının ilerisinde yolun yarısını kaplayacak bir şekilde toparlanıp fotoğraf çektirmek, röportaj vermek, pankart açmak yanlış… Buna da izin verilmemesi gerekiyor.

Yürümek ya da koşmak tabii ki insanların insiyatifine bırakılmalı. İnsanları zorla koşturamazsınız, ama yürüyen insanların koşuyu engelleyecek şekilde hareket etmesini engellemek de organizasyonun görevi olmalı. Yürüme ve koşma için ayrı şeritler belirlenmeli. Köprüyü geçtikten sonra koşmaya başlayınca, Beşiktaş’a gelip de yürüyen kitleyi önemli ölçüde arkada bırakana kadar slalomlar yaparak gitmek ve birçok kere insanları ezmemek için son anda manevralar yapmak zorunda kaldım.

Başlangıç saatinden yarım saat sonra başlangıç noktasına adım attığımı söylemiştim. Böyle bir organizasyon düzenliyorsanız bazı şeyleri göze almanız gerek. Bu izdihama bir çözüm bulunmak zorunda. Bunlardan ilki katılımı daha da sınırlamak… Ekonomik yönden bu kazancı kaybetmek istemeyebilirsiniz, peki. Fakat bu maratonun dünyanın önemli etkinliklerinden biri olma, dünyada adı duyulmuş ve daha çok uluslararası katılımı hedeflemiş bir şehir maratonu haline gelme misyonu varsa eğer bazı bedeller ödenmeli. İstanbul’un trafiğinin ne kadar sıkıntılı olduğunu biliyoruz, fakat halk yürüyüşünün 09.30’da başlaması gerekirken, biz 09.32’de başlayabildik. (ki en arkalarda olmamamıza rağmen başlangıçtan geçişimiz 09.42.) Köprünün açılacağı duyurulan saat 11.00. Bu etkinlik düzenleniyorsa, trafik sıkıntısı bahane edilerek bu kadar alelacele köprü trafiğe açılmamalı. İnsanlar bu etkinliği bilerek hareket edeceklerdir. Katılımcılar farklı anlarda start almalı ve böylece koşu esnasında akıcılık sağlanmalı. Kayıt esnasında bu start saatleri rahatlıkla duyurulabilir.

Halk yürüyüşü de 09.30 gibi normal koşulara yakın bir saat yerine, biraz daha geç başlatılmalı.

37.’si düzenlenen bir organizasyonun hala bu eksikliklerle baş edemiyor olması acı ve düzeleceğine dair umut var mı emin değilim. Gelecek yıllarda daha iyi olur mu, bekleyip göreceğiz. İşin yalnızca gösteri kısmına odaklanmış bir yönetimle işi çok kolay değil.

Eksiklikler önemli, fakat bana sorarsanız “sevmedin mi” diye, çok sevdim derim, hem de çok mutlu oldum.

Nasıl Katılırım

Vodafone İstanbul Maratonu her yıl Kasım ayında düzenleniyor. Erken kayıtları yakalamak için yaz aylarında kayıtların açıldığı tarihleri takip etmeniz gerek. Bunu maratonun resmi web sitesi üzerinden yapabilirsiniz. Kayıtlar yarışa iki hafta kala kapanıyor. Halk yürüyüşü için ise kayıtlar Ekim ayı içerisinde açılıyor ve kayıtlar kapandıktan sonra dahi yarıştan önceki hafta düzenlenen Maraton Fuarı’na gitmeniz halinde kaydolabiliyorsunuz. 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *