Geçerken: Elazığ ve Malatya

Diyarbakır’dan ayrılma vakti. Benim biraz moralim bozuk anlattığım sebeplerden, bu şehrin akılda, “Diyarbakır’dan nihayet ayrılıyoruz” şeklinde değil, “bir daha ne zaman döneceğiz” diye kalmasını isterdim.

Nemrut’a doğru gidiyoruz, Elazığ ve Malatya’yı ziyaret edeceğiz giderken. Yolumuzun üzerinde Hazar Gölü var. Tektonik yapılı bu göl, yakın geçmişte tehdit altındayken, 2007 yılında gölden su çekimi durdurulmuş ve bir iyileşme sağlanmış.

Gölün rengi mora çalıyor, manzara enfes. Yol kenarlarında tatil siteleri ve oteller var. Derinliği yüksek bir göl olmakla birlikte, suyu (bu bahsettiğim tehditten dolayı bir miktar kirlenmiş olsa da) temiz ve yüzülebilir bir göl Hazar Gölü. Kenarında birçok plaj var, nitekim durduğumuz noktada hava sıcak olmasına rağmen kimsenin yüzmediği plajlara bakarken benim içim gidiyor.

DSC_0470
Hazar Gölü – Fotoğraf: Kerem Günaydın

IMG_3341

Çok uzun durmuyoruz gölün kıyısında ve yola devam ediyoruz. Zira yolumuz epey uzun sürecek, aslında hedefimiz çok geç olmadan Nemrut’a varıp dinlenebilmek.

Elazığ’a girince doğrudan Harput’a yöneliyoruz ve ilk olarak Meryem Ana Kilisesi’ne gidiyoruz. Burası en eski Süryani Kiliselerinden biri olarak kabul ediliyor, fakat ziyarete maalesef kapalı. Ancak avlusunda dolaşabiliyorsunuz, kapısı sıkı sıkıya kilitli. Yılda yalnızca bir gün ayine açılıyor. Her ne kadar Elazığ İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nün tanıtım kitapçığında kilisenin gezilebilir olduğu yazsa da, o kapı uzun süredir açılmamış gibi duruyordu.

Biz de çaresiz kiliseden ayrılıp, Harput Kalesi’ne gidiyoruz.

DSC_0488
Harput Kalesi – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Temel olarak bir Urartu yapısı bu kale ve çeşitli dönemlerde onarımlar görmüş. Bir efsaneye göre, yılın belli döneminde, kalenin dehlizlerinde yaşayan bir kız uyanır ve “süt kalesi yıkıldı mı / katırlar kuzuladı mı / dere hamamının yerinde yeller esiyor mu” diye sorarmış. Eğer bu dedikleri gerçekleşirse, Harput Kalesi’nin yıkılacağına ve kıyametin kopacağına inanılıyormuş.

Süt Kalesi, Harput Kalesi’ne atfedilen isimlerden biri, bunun sebeplerinden biri bu efsane olmakla birlikte, diğer bir rivayete göre kalenin yapımında harcın hazırlanmasında su yerine süt kullanıldığı için Süt Kalesi dendiği söyleniyor.

DSC_0542
Harput Kalesi – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Kaleden tüm Elazığ ayaklarınızın altında gözüküyor.

Harput bölgesi çok güzel restore edilmiş ve özellikle Elazığ’da yaşayanlar için bir cazibe merkezi gibi duruyor. Elazığ çok fazla turist çeken bir şehir değil, fakat biraz ilgiyi hak ediyor. Yapılacak tanıtımlarla, ziyaretçi çekmeye başlayacağını tahmin ediyorum.

DSC_0497
Harput Kalesi’nden Elazığ – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Harput Köftesi adını duymuşsunuzdur, bu köfteyi Harput’ta bulamadık. Bulamadığımız gibi, Harput’a özgü bir yöresel yemeğe de rastlayamadık. Kaleden ayrılıp, Malatya’ya doğru yola koyuluyoruz dolayısıyla. Henüz Elazığ’ı çıkmadan girdiğimiz bir benzinlikte lokanta tavsiyesi soruyoruz ve bize şehirlerarası yol üzerinde Paşakonağı isimli bir yeri tavsiye ediyor. Malatya’ya doğru yola çıkmadan önce öğlen yemeğimizi yemek üzere giriyoruz oraya.

Sırım (sarımsaklı yoğurtlu yufka), Harput köftesi ve içli köfte yiyoruz. Unutulmaz bir yemek olmasa da, lezzetli. Yemekten sonra Malatya’ya devam…

Bu yol üzerinde eskiden bulunan Kömürhan Köprüsü’nün baraj gölünün sular altında kalmasının ardından aynı isimle yapılan ve Elazığ ile Malatya’yı birbirinden ayıran Kömürhan Köprüsü’nü geçiyoruz. Tur programlarına girmesine, ismi her yerde geçmesine rağmen, ruhsuz bir köprü gibi geliyor bana burası. Duruyoruz, ama durduğumuza değmiyor.

Malatya’da ilk durağımız Aslantepe…

Aslantepe adını tarihe çok meraklı, fakat merakı amatör bir meraktan öteye gitmeyen insanlar dahil, çok kişi duymamıştır, fakat burası çok önemli bir arkeolojik alan.

Devlet kavramının bugünkü anlamıyla bürokrasiyi doğurduğu, laikliği hayata geçirmiş bir yer Aslantepe. Malatya’ya 6 kilometre uzaklıkta. Hitit şehirleri işgal edilmeye başlanınca, Hititler bu bölgelere göç etmişler ve Hititler’in oluşturduğu yeni şehirlerden biri Aslantepe.

DSC_0586
Aslantepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın

O dönemden kalma duvar resimlerini, şehir yerleşimini kısıtlı da olsa gezebiliyorsunuz. Kazı çalışmaları devam ettiğinden birçok noktası yürümeye kapalı, gezdiğiniz yerlerdeki bilgilendirme tabelaları ise iyi hazırlanmış ve tatmin edici.

DSC_0605
Aslantepe – Fotoğraf: Kerem Günaydın

Bu fotoğrafta görünen aslan heykellerini, geziden hemen sonra Ankara’da gerçekleştirdiğimiz Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde de gördük. Aslantepe’de bu heykellerin kopya olduğuna dair hiçbir bilgi olmamakla birlikte, söz konusu bilgi Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde de bulunmuyor. Müzede yer alan heykellerin orijinal olduğunu tahmin etsem de, orada danışma kısmında bulunan görevliye sorduğum soru, “her iki yerdeki heykeller de orijinal” şeklinde cevaplandı, daha doğrusu kaba tabirle, “atıldı!”

Geldiğimiz gün aslında Aslantepe kapalıydı, fakat orada bulunan görevliler bizim ziyaretimiz için kapıları açtılar. Onlara teşekkür ederek Aslantepe’den ayrılıyoruz.

Kerem’in babasının çocukluğunda bir dönem yaşadığı Tarım Meslek Lisesi’ne gidiyoruz şimdi. Battalgazi bölgesinde bulunuyor burası, Battalgazi ise “eski Malatya.” İyi ki gelmişiz, zira Tarım Meslek Lisesi kapatılmış ve orası yakın zamanda baştan aşağı değişecekmiş. Yani, artık bir daha görülme şansı kalmayacak. Yaşadıkları evi dışarıdan görüyor ve okul arazisini geziyoruz. Okulun bahçesinde Atatürk döneminden kalma bir traktör duruyor. Sırayla traktörle fotoğraf çektiriyoruz.

DSC_0629
Fotoğraf: Kerem Günaydın

Saat ilerledi… Bizim güneş batmadan Nemrut’ta olma hedefi çoktan suya düşüyor, ama daha fazla gecikmeden ilk olarak Malatya şehir merkezine gidiyoruz. Tavsiye üzerine Sarı Kurdela isimli restauranta gideceğiz, gitmeden önce arıyor ve “yöresel yemekler” bulup bulamayacağımızı soruyoruz, “var” diyorlar.

Oraya gittiğimizde öğreniyoruz ki aslında yöresel yemek yok, bayram ve bizim çok vaktimiz de yok, dolayısıyla kalkmıyoruz ve çaresiz bu turun en garip olaylarından birini yapıyoruz: Penne arabiata ve pizza ısmarlıyoruz!

Kerem’in pizzası bir saate yakın zaman geçmesine rağmen gelmiyor. Biz yemeğimizi yedik, ama Kerem ve annesi hala pizza bekliyorlar, epey acıktılar. Öğreniyoruz ki mutfağa söylenmemiş siparişlerimiz. Biraz sinirleniyoruz.

Nihayetinde pizzalar geliyor, karınları doyuyor, fakat tadımız kaçmış bir şekilde kalkıyoruz oradan. Nemrut’a nasıl gideceğimize dair, orada kalacağımız otel dahil birkaç yere yol tarifi soruyoruz. Tarifler ortak, Kerem’in tabiriyle durum şöyle: “Gölbaşı yolu güzel, ama uzak; Pötürge yolu leş, Çatalköy’den gelin…”

Telefonda Google Maps uygulamasını söylenen rotaya göre ayarlıyoruz ve yola çıkıyoruz. Çatalköy sapağından içeri girdikten sonra yol tek gidiş tek dönüş hale dönüyor.

Tırmanışı bol, ağaçlar arasında başlayıp sonradan epey çoraklaşan, küçük köylerden geçtiğiniz, çok virajlı bir yol. Bana göre ağaçlı hali de, çorak hali de ayrı güzel yolun. Hava karardıktan sonra, iyice gizemli ve güzel bir hal alıyor hatta. Bu duygumu içimde tutamayıp, “yol çok güzel” diyorum. Tabii arabayı kullanmadığım için bana iş kolay, Kerem yolu doğru dürüst seyredemediği gibi, yoruluyor bir yandan. “Çok mu güzel” diye imalı bir şekilde soruyor bana, ben de yol boyunca takılıp duruyorum: “Yol çok güzel…”

Malatya’dan çıktıktan üç saat sonra, bence gerçekten güzel, Kerem için epey yorucu bir yolculukla varıyoruz otelimize. Nemrut Dağı Milli Parkı kapısına çok kısa bir mesafede, Nemrut Dağı’nda bir otel burası: Hotel Euphrat.

Çok fazla oyalanmadan dinlenmeye geçiyoruz, sabah çok erken kalkacağız ve Nemrut’un zirvesine çıkacağız güneşi karşılamaya.

Gezinin en heyecanla beklediğim anlarından biri geliyor. Buraya ilk kez geliyorum ve Türkiye’de en çok görmek istediğim noktalardan biri: Nihayet Nemrut’tayım!

Not: Kerem Günaydın’ın olduğu belirtilen tüm fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *