Sabah erkenden kalkıp, koyulduk yola. Benim daha önce bakmama göre yirmi geçe kalkacak tren, meğer yirmi kala treniymiş ki iyi ki öyleymiş. Saraybosna – Mostar arası işleyen tren, bölgesel bir tren olmasının da etkisiyle iyice laçkalaşmış bir sisteme sahip. Size zaten Balkanlar’da çoğu yerde bir koltuk numarası vermiyorlar, fakat Mostar treninde bir de koltuk kapasitesinden daha fazla bilet satışı yapılıyor. Siz de üç saatlik yolu ayakta gitmek zorunda kalabiliyorsunuz.
Biz şanslıydık ki kalan son koltukları kapmayı başardık.Yol boyunca seyrine doyulmaz bir manzara seyrediyor, tünellere girip çıkıyorsunuz. Bu trenler genel olarak Kuzey Avrupa ülkelerinden Bosna-Hersek’e hediye edilmiş trenler.
Mostar, Balkanlar’ın geri kalanı gibi çok acı bir hikayeye sahip. Mostar’da biraz sonra bahsedeceğim ünlü köprünün (Eski köprü – Stari Most) bir yakasında Hırvatlar, öte yakasında Boşnaklar oturuyor ve bu iki etnik grup halen birbirlerinden nefret ediyorlar. 1990’lardaki savaşta, bu Boşnaklar ve Hırvatlar birleşerek, şehre saldıran Sırbistan ve Karadağ güçlerine karşı koymuşlar. Daha sonra ise birbirlerine karşı savaşmışlar…
Mostar’ın üzerinde bir acı var halen, Saraybosna’dan daha çok hissedilen bir acı. Daha dün orada savaş varmış gibi bir hava var ortalıkta, zaten o köprü hatırlatacak bundan sonra da her şeyi…
Bizim gezimize geri dönelim. Trenden inince yürüyerek Stari Most’a gitmek çok da zor değil, hatta yürümeniz daha iyi olacaktır. Yürürken dikkatimizi ilk çeken şey tepenin üstüne yapılan dev haç oldu, bu haç şehirde yaşayan Hırvat nüfus tarafından yaptırılıyormuş.
Eski şehire doğru girerken bir rehber bizi esir aldı, ısrarla ne kadar da ucuz bir hizmet verdiğinden, bize Mostar’ı gezdirmek istediğinden, biz Türk olduğumuz için bize indirim de yapacağından bahsetti. Biz reddettik. (40 Mark civarı bir ücret istiyordu bu arada ilgilenenler için. 1 Euro – 2 Mark diyebiliriz.)
Eski şehirin olduğu bölge “Stari Most Bölgesi” olarak anılıyor ve bugün Dünya Mirası listesinde, şehire girince ilk dolaştığımız bölgede Stari Most’un kardeşini gördük biz de, bu köprü orijinal olarak 16. yüzyıl yapımı olsa da, Stari Most’la aynı kaderi paylaşarak 1990’da yıkılıp, yeniden inşaa edilmiş.
Ardından da Stari Most’a çıktık. Üzerinde yürümesi, yapısı gereği birazcık zor olan bu köprü, 1993 yılında yıkılıyor Bosnalı Hırvatlar tarafından, 2004 yılında ise 16. yüzyıl tekniklerine uygun olarak yeniden inşaa edilerek açılıyor tekrar. Köprüyü geçtiğinizde hemen sağ tarafta, bir kitabevi var ve o kitabevinin içinde savaşın Mostar’daki yansımalarını anlatan bir video… Duruma tam uyan bir müzik eşliğinde, o atmosferi kitabevinde bile yaşayabiliyorsunuz. Köprünün yıkılışını, yeniden yapılışını, orada kurulan cepheyi, sığınakları görüyorsunuz. Yürüdüğünüz sokaklarda, alışveriş yaptığınız dükkanlarda askerlerin koşuşturmasını, insanların ölümünü seyrediyorsunuz. Oradan çıktığınızda Mostar’a bir daha eskisi gibi bakabilmeniz mümkün değil. O taşlar, o yollar tarihin en acı sayfalarından birine tanıklık etmişler ve bugünkü halleri garip geliyor size.
Kitabevinde aynı zamanda Bosna-Hersek’in ünlü müzik tarzı sevdah’ın en ünlü albümlerinden bir tanesi olan “Sevdah Reunion” isimli cd’yi almanız da mümkün.
Köprünün üstünde tabii ki bir adam göreceksiniz, köprüden atlamak için bekleyen… Öncelikle elinde bir kutuyla dolaşıyor etrafınızda, atlamak karşılığında para istiyor. (Kotor’daki hostelde tanıştığımız İspanyol Jose bu konu hakkında “atlamak için niye benden para istiyorsun, atlayacaksan atla.” şeklinde bir yorum yapmıştı.)
Bu aslında bir gelenek. Zamanında “erkekliğini kanıtlamak” için bir güç gösterisi olarak uygulanırmış, bugün ise turizmin hizmetine verilmiş durumda.
Köprünün ardından eski şehiri dolaşmaya başladık. Kahvaltı yapmadan çıktığımızdan, öncelikle börek yedik ve ardından hemen börekçinin yanında bulunan camiiye girdik. Bu camii, Stari Most’un güzel bir manzarasını sunuyor size.
Eski şehirin biraz dışına çıkıp, hafif yukarılara doğru tırmandık. Savaşın izleri daha belirgin olmaya başlamıştı işte o an, evler-sokaklar delik deşikti ve buralarda da bazı restorasyon çalışmaları başlamıştı. Şehrin merkezinde bir otel, bir konservatuar binası yıkık dökük halleriyle tarihi anlatıyorlardı size. Bugün bile bitmeyen gerilimi…
Eski şehire geri dönerken seyyar bir tezgahta aradığım “Sarajevo Survival Guide”a denk geldim. Bu kitap savaş sonrası dönemde, klasikleşmiş gezi rehberi anlayışına uygun olarak, o anlayışa karşı bir duruşla yazılmış. Bir önce Saraybosna yazısında kitaptan bir parça paylaşmıştım sizinle. Savaş dönemi Bosna Hersek’i bir gezi kitabı diliyle anlatıyor ve kalıplaşmış bilgilerin ne kadar da yanlış olduğunu gösteriyor size. Kitap hem ikinci el idi, hem de yağmur sularından biraz yıpranmıştı. Epey ucuza almış oldum böylece, vereceğim asıl para ise cebime kaldı. Onunla bir Yugoslavya haritası aldım kendime, savaşı da anlatan.
Mostar eski şehiri genel olarak taş kaldırımlardan ve bu sokaklara dizilmiş minik dükkanlardan oluşuyor. Trafiğe kapalı bu bölgede dolaşmak tarifi imkansız duygular yaşatıyor size. Esas olarak Mostar çok güzel bir şehir, çok ayrı bir havası var. Ona bu havayı taşımasında eski köprü dışında, Neretva’nın da payı var. Sanki, on gün, on beş gün orada kalsanız, hatta oraya yerleşseniz sıkılmazsınız… Mostar’a günübirlik gitme kararımızın yanlış olduğunu düşünüyorum halen, keşke kalsaydık, fakat kalmak için de o eski köprüyü gören bir noktayı isterdim. Nitekim eski köprünün gecesini göremedik.
Dükkanın birinde yaşadığım acı bir tecrübe vardı aynı zamanda. Aldığım bir bardak için uzattığım 20 Mark’ı bozamayacak durumdaydı dükkan, “Euro ile çalışıyoruz daha çok” dedi. “Burası Bosna-Hersek ve sizin paranız Mark, böyle bir şeye izin vermemeniz gerekir” dedim biraz ukalalık yaparak, ama halen haksız olduğumu düşünmüyorum. Cebimde onların parasını taşıdığım için ben mi suçluydum? Kız da “haklısınız, fakat İtalya’dan gelen çok oluyor ve onlar Euro ile harcama yapmak istiyorlar” dedi. “Siz Euro kabul etmezseniz bozdurmak zorunda kalacaklardır” dedim. Fakat etraftaki tüm dükkanlarda para birimleri daha çok Euro üzerindendi ve siz fiyat sorduğunuzda da Euro üzerinden size söylüyorlardı. Bu hoş bir durum değildi bana göre.
Köprüye aşağıdan bakmak için indiğimizde, Neretva’nın temizliğine hayran kaldık ve mayo getirmediğimize pişman olduk Mostar’a. Siz böyle bir hataya düşmeyin, eğer yazın gittiyseniz oraya, kaçarı yok mutlaka canınız o nehre atlamak isteyecek. Nitekim insanlar yüzüyordu, bir çocuk kanodaydı, akıntıya karşı koymak için birazcık ileriden atlayıp hemen sağa doğru yüzerek kıyıya çıkıyorlardı. Çok güvenli değil belki, ama Neretva sizi çağıracak.
Vaktimiz daraldığından yemek olarak köfte yiyip, tren garına gittik. Bu kez akıllanmıştık ve tren için uygun bir yerde biraz da erkenden konuşlandık, istediğimiz gibi rahat bir yeri kaptık. Yarı uyur, yarı seyir halinde vardık Saraybosna’ya.
Gelelim Mostar’ın bulunduğu bölge olan Hersek’e… Bosna-Hersek Federasyonu, asıl olarak Bosna ve Hersek isimli iki bölümden ve bir de içerisinde bulunan Sırp Cumhuriyeti’nden oluşuyor. İnsanlar arasında “buralar daha çok olaylara gebe” diyenler de oldu, aksini dileseniz bile hissedilir bir gerilim var ortalıkta. Sırp Cumhuriyeti ile eskiden arada sınırlar bile varken, bugün Sırp Cumhuriyeti’ne girdiğinizi ancak değişen alfabeyle anlayabiliyorsunuz.
Mostar, Hersek bölgesinin en büyük şehri ve çok büyük acıları taşıyor omzunda. Buraya belki köprüyü görmek için geliyor insanlar aslen, fakat o köprü çok hikayeler anlatıyor size ders almanız gereken. Kulak vermemizi bekliyor hepimizin, bir daha olmasın böyle şeyler diye, fakat insanoğlunun buna hiç niyeti yok.
(Sırada Belgrad var, ama daha önce yaptığımız Saraybosna – Belgrad gündüz tren yolculuğunu, daha çok bir fotoğraf güncesi gibi paylaşmak niyetindeyim. Yazı ağırlıklı değil, fotoğraf ağırlıklı bir bölüm olacak 9. bölüm. Sonrasında da üç şehir – üç yazı kalıyor.)
Leave a reply