“kalbime benzer taşları / heybetli öter kuşları / göğe yakındır başları / benim meskenim dağlardır, dağlar…”
Sabahattin Ali
Sabah saat 9’da yola çıkıyorum Envoy Tours ile, bu rotayı kendi kendime yapmanın zorluğundan, en ekonomik yol olarak bir tur seçmiştim gelmeden önce ve kaydolmuştum. Envoy’dan daha ucuz turlar da vardı, fakat içerisine yemek de dahil diye özellikle de bunu tercih etmiştim, bu anlatacağım tur her şey dahil 135 lari tutmuştu.
Siz de aslında gitmeden önce ayarlamak zorunda değilsiniz, gittiğinizde göreceksiniz ki Tiflis sokaklarında birçok tur acentesi bulunuyor ve hepsinin fiyatları uygun… Eğer özel bir tur istemiyorsanız, bu işi ekonomik bir şekilde halledebilirsiniz.
Zhinvali
Tur kadromuzda dört Avustralyalı, bir ABD’li, iki de Macar var. Önce bir benzinlikte durup atıştırmalık bir şeyler alıyoruz. İlk durağımız bir baraj gölü, Zhinvali…
Burada ilk olarak biraz yol hakkında konuşuyoruz. Bu yol Tiflis’ten Kuzey’e doğru, Rusya sınırına kadar uzanıyor. Sovyet döneminde askeri amaçlarla kullanıldığı için adı “Gürcistan Askeri Yolu” olarak kalmış, bugün elbette tek kullanım amacı bu değil. Yakın zamana kadar (ve hatta eskisinden daha az olsa da halen) yol kenarlarında terk edilmiş Rus araçları var. Kış döneminde tahmin edersiniz ki bu dağlık yolun kullanımı epey zor oluyormuş. Yol tek gidiş, tek geliş, dar bir yol. Biz bugün Kazbegi’ne kadar gideceğiz…
Ananuri
İkinci durağımız Ananuri…
Gerçekten çok güzel görünüyor uzaktan… Burası aslında 13 – 18. Yüzyıllar arası hüküm süren Aragvi Dükü’ne ait. 1739 yılında buranın koruyucuları öldürülüyor ve Ananuri yakılıyor, Aragvi hükümranlığı sona eriyor böylece.
Surlara tırmanmak da yer yer mümkün ve yine güzel manzaralar görülebiliyor.
Burada rehberimizle biraz Gürcistan hakkında sohbet ediyoruz. Kiliselerde gördüğüm bazı şeyler hakkında sorular soruyorum, “fazla dinle ilgim yok aslında” diyor, şaşırıyorum. “Gürcüler çok dindar gibi duruyorlar” diyorum, “öyleler…” diye onaylıyor beni, şikayetçi bu durumdan.
Ananuri’den ayrılıp da Gudauri’ye doğru giderken Rus konusu açılıyor. Bugün Rus işgali altında bulunan Abhazya’danmış ailesi, bir önceki yazıda bahsettiğim gibi, oralar Rus hakimiyetine girince Gürcistan hükümeti ailesine Tiflis’te ev vermiş. Arapça da bildiği için, buraya gelen Arap turistlere sürekli rehberlik yapıyormuş.
Gudauri
Bu esnada Gudauri’ye geliyoruz. Gudauri aslında bir kayak merkezi. Uzun süren bir sezona sahip, yavaş yavaş yurtdışında da popülerleşmeye başlamış. Tesisler henüz gelişmeye müsait, oteller arasında çok lüks seçenekler yok, ama dağın manzarası muazzam…
Bu manzaranın olduğu yerde aslında bir anıt var… Gürcistan – Rusya Dostluk Anıtı... Bugün olmayan bir şeyi temsil ediyor bu anıt kısacası.
Anıt 1983 yılında, dönemin Sovyet Rusya’sı ile Gürcistan arasında süregiden dostluğu simgelemek için yapılmış. Üzerindeki resimler Gürcistan – Rusya tarihinden sahneleri temsil ediyor. Bu anıtın bulunduğu yerden görülen manzara ise tarif edilemez nitelikte, verdiği özgürlük duygusunu mutlaka yaşamanız lazım.
Yolda, ilgisiz bir noktada bir tünel çekiyor dikkatimizi. Sebebini merak ediyoruz.
Meğerse kışın kar yolları kapadığında bu tüneller kullanılıyormuş, o yüzden böyle ilgisiz yerlerde bu tüneller inşa edilmiş. Yazın ise biraz atıl durumdalar anladığım kadarıyla.
Kazbegi
Buradan da ayrıldıktan sonra artık istikamet Kazbegi… Herkes acıkmış durumda, dolayısıyla Kazbegi’nde gideceğimiz yer aranıyor ve tırmanıştan önce yemek yiyeceğimiz söyleniyor, bir yandan çok iyi, bir yandan çok mantıksız bir harekette bulunmuş oluyoruz böylece. Fakat o yemeğe değiyor.
Kendimizi bir pansiyonda, geleneksel bir Gürcistan yemek ritüelinin içinde buluyoruz. Buna “supra” diyorlar kendi dillerinde.
Geleneksel bir Gürcistan suprasında, soğuk başlangıçların ardından çorba servis ediliyor. Üstüne iki ya da üç çeşit ana yemek ve ardından tatlı… Tabii bir de bunun “şerefe” kısmı var, tahmin edebileceğiniz gibi buna şarap ya da chacha dedikleri vodka eşlik ediyor. Bize de önce bir shot vodka geliyor ve ardından ev yapımı şarap… Herkes kendi dilinde “şerefe” nasıl denir onu söylüyor, Gürcüce çok hoşuma gidiyor, “gaumarjos!”
Lonely Planet rehber kitabımda yazan bir bilgiyi soruyorum, “Gürcüler birayı sadece düşmanlarıyla tokuştururmuş, doğru mu?” Yanlışmış, hatta hiç böyle bir şey duymamış rehberimiz.
Ayrıca supralarda her ne kadar biri kadeh kaldırmadan içmek ayıp kabul edilse de, bizde bu da uygulanmıyor tahmin edebileceğiniz gibi. Yemeğin en çok ilgi gören parçası, bir çeşit epey iri Gürcü mantısı olan khinkhali.. Nitekim yemekten önce isteyenler khinkhali yapmayı deniyor. Gürcüler’in çoğu yerde kullandığı bir otun baskın tadı bunda da var. Elle yenilmesi ve yenirken dökülen sular khinkhaliyi her zaman cazip bir seçenek olmaktan biraz çıkarıyor.
Yemek bittikten sonra kıpırdama zamanı… Rehberimiz soruyor, “kimler arabayla gidiyor, kimler yürüyerek?”
Ben yürümeyi seçiyorum ve asrın hatasını yapıyorum.
Araba yolu gibi virajlı, yer yer düzleşen bir yürüyüş umuyorum. Oysa biz doğrudan dağa tırmanıyoruz ve benim o kadar gücüm yok. Bundan bir sene önce belki yapabilirdim, ama bu kondisyonla imkansız. Yolun ortasında pes etmeye yaklaşıyorum, hele grubun geri kalanının hızına yetişemem.
Sık sık fotoğraf çekme bahanesiyle duruyorum. Kazbegi Dağı’nın tepesindeki kiliseye ulaşmayı hedefliyoruz. “Haydi” diyorlar bana sürekli, en sonunda “siz beni beklemeyin” diyorum ve onlar yola devam ediyorlar. Ben her adımda dinlenerek, sık sık bir yere oturarak devam ediyorum.
Aşağıdayken daha kolay gözüken bu tırmanış, yemeğin de etkisiyle benim için bir azaba dönüşüyor. Kilise yaklaştıkça yol uzuyor sanki, en nihayetinde bir düzlüğe kavuşuyorum ve sakince yürüyorum. Kapıda beni bekliyorlar, girişi soruyorum ve biraz daha yukarıyı işaret ediyorlar.
“Ben gelmiyorum…”
O kadar çıktıktan sonra tabii ki gidiyorum, ama o son birkaç adım bile imkansız gözüküyor gözüme. Aslında sizin gözünüz korkmasın, bu tür şeylere alışıksanız eğer kolayca halledersiniz. Fakat “nasılsa düz yolda kilometrelerce yürüyebiliyorum” diye güvenip, bu tırmanışa niyetlenmeyin derim. Yürüyüş Kazbegi’den normal bir tempoda tırmanışla yaklaşık 1.5 saat sürüyor.
Kilise ise 14. yüzyıl yapısı.
18. yüzyılda Mtskheta’nın hazineleri daha güvenli olduğu gerekçesiyle burada tutulmuş. Aslında Sovyet döneminde buraya bir de teleferik yapılmış, fakat yöre halkı tarafından “kutsallığa zarar veriyor” denilerek yıkılmış.
İnerken arabayla iniyoruz, vakit az. Tiflis’e dönmemiz lazım, minibüste herkes uyuyor. Benim de başım öne düşüyor. Akşam şehre dönüşte hızlıca bir şeyler atıştırıp, uykuya yatmanın hayalini kuruyorum. Üç saat sonra varıyoruz Tiflis’e. Ayaklarım ağrıyor. Tok olmama rağmen aç gözlülük yapıyor ve yine bir bütün kachapuri yiyorum. (bkz. önceki yazı).
Ve istikamet otel… Yarın biraz daha düşük tempolu bir gün olacak, eski başkent Mtskheta’ya gideceğim. Bugün gördüklerimi sindirmeliyim önce…
[…] bir başka yapabileceğiniz tur ise “Georgian Military Highway” turu, burası Sovyetler döneminde Rus mühendisler tarafından hazırlanan ve askeri […]