Ankara’nın Sayfiye Yeri: Batı Karadeniz

Batı Karadeniz son yıllarda Ankara’nın sayfiye yeri haline geldi. Ankaralılar, özellikle yaz aylarında sıcaktan bunaldıklarında serinlemek için Batı Karadeniz’i, özellikle de Amasra’yı tercih ediyorlar. Düzenlenen turlar gitgide çoğalıyor, fakat kendi imkanlarınızla gitmeniz de zor değil. Rotanıza Zonguldak ve Safranbolu’yu da ekleyerek bir haftasonu Batı Karadeniz Bölgesi’ni ziyaret etmek mümkün.

Zonguldak

Zonguldak, şöyle bir baktığınızda gözünüze “dağ ile deniz arasına sıkışmış bir şehir” gibi gözükecek; Karadeniz’in geri kalanı gibi. O sıkışıklık ise içerisinde bambaşka şeyler de saklıyor. Burası Türkiye’nin kömür deposu… Şehir merkezinin biraz dışarısında büyük bir anıt karşılıyor sizi: Maden Şehitleri Anıtı.

Zonguldak, maden kazalarında hayatını kaybeden işçilerin acılarını hep içinde taşıyor ve taşıyacak. Türkiye’nin sicili bu konuda kabarık; işçi ölümlerinde dünya sıralamasında hep üst sıralarda yer alıyor. Kömür madenlerinde çalışanların aileleri, yürekleri ağızlarında yaşıyorlar. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 82 ülkeden derlediği verilere göre, Türkiye ölümlü iş kazalarında 80. sırada. Türkiye’nin gerisinde olan sadece iki ülke var: El Salvador ve Cezayir. Ölümlü iş kazası oranı Türkiye’de AB ortalamasının 7 katı.

Madenler kolayca şehrin dışında sanılabilir, ama on dakikalık bir yürüyüşle Zonguldak’ta bulunan madenlerden kömürlerin ulaştığı noktalara erişebiliyorsunuz, bunların en büyüklerinden biri olan ve maden merkezi Zonguldak şehir merkezinin biraz yukarısında Asma’da bulunan Üzülmez Madenleri’nin kömür işleme merkezine yürümenin yanı sıra, şehir merkezinden kalkan dolmuşlarla da ulaşabilirsiniz. Kömürlerin taşındığı vagonları gözlerinizle görebilirsiniz. Kısacası Zonguldak’ta madencilik ve getirdiği acılar hayatın tam merkezinde.

Tüm bu zorluklara ve acılara rağmen dışarıdan bakıldığında hayat normal akışında ilerliyor. Yemyeşil bir manzara var karşınızda, kömür karasını saklıyor. Şehir merkezinden kalkan ve Çınartepe, Asma gibi mahallelere giden minibüslerden birine binip de tırmanmaya başladığınızda, merkezin biraz dışında yaşayan insanların evlerine ulaşıyorsunuz. İstediğiniz bir yerde inip, doyumsuz manzarayı seyrederek aşağı doğru salındığınızda ise şehrin size gösterdiği yüzünü keşfedebiliyorsunuz.

Zonguldak’ın görülmesi gereken yerlerinden birisi Gökgöl Mağarası. Bu mağara Ankara’dan Zonguldak’a gelirken, şehrin girişine yakın karayoluna yakın bir yerde bulunuyor. Mağarayı görmek için hava durumunu kollamanız gerekiyor. Zira yoğun bir yağışın ardından -ki bu Zonguldak’ta sıklıkla karşılaşılan bir durum- mağarayı görme imkanınız olmayabilir; zira yağışlar mağaradaki su seviyesinin yükselmesine ve mağaranın ziyaretçilere kapanmasına neden olabiliyor.

Gökgöl Mağarası

3350 metre derinliğindeki Gökgöl Mağarası’nın 875 metreye kadar olan bölümü ziyarete açık durumda. Damlataş oluşumlarıyla ünlü mağaranın astım hastalığına iyi geldiği de söylenmekte ve genel düşüncenin aksine mağaranın içerisinde nefes almak dışarıya göre çok daha rahat.

Zonguldak’tan yola koyulup, Bartın üzerinden Amasra’ya doğru giderken karşınıza bir yol anıtı çıkacak: Kuşkayası Yol Anıtı. Ziyaretçiler için hazırlanan tabelasında “Anadolu’da bulunan tek yol anıtı” olduğu yazılsa da, muhtemelen burada kastedilen “Roma döneminden kalma tek yol anıtı” olduğudur. M.S. 41-54 yıllarında Pontus Valisi Julius Aguilla tarafından bir “dinlenme yeri” olarak yaptırılmış bu anıtta bulunduğu tahmin edilen çeşme bugüne ulaşmamış. Kuşkayası’nda genişliği 5 metreyi bulan Roma Kaya Yolu’nun da izleri takip edilebiliyor.

Bu anıtı görüp yola devam ettikten sonra çok geçmeyecek ve karşınıza bir “seyir bölgesi” çıkacak. Burası, Amasra‘yı seyretmeniz için düzenlenmiş.

Bilinen ilk adı Sesamos olan Amasra’nın 3.000 yıllık zengin bir tarihi var, Hititlerden, Perslere kadar birçok uygarlık şehirde hakimiyet kurmuş. Pers Prensesi Amastris döneminde şehir, tarihinin ticari açıdan en parlak dönemini yaşamış. Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldıktan sonra Amasra, Doğu Roma sınırlarında kalmış ve bu dönemde dinsel bir merkez haline gelmiş.

1460 yılında Osmanlı Hakimiyeti’ne giren şehire, biraz önce bahsettiğim seyir bölgesinden ilk kez bakan Fatih Sultan Mehmet yanında bulunan lalasına, “Lala, lala, çeşm-i cihan bu mu ola” diye soracak kadar etkilenmiş Amasra’dan.

Amasra

Amasra‘ya girdiğinizde şehir merkezinde sizi Amasra Kalesi karşılıyor. Bu kale ilk kez Romalılar döneminde yaptırılmış olsa da, bugün gördüğümüz surlar büyük ölçüde Bizans dönemine ait, fakat bu surlar da elbette Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde onarım görmüş. Kale, bugünkü haline 14-15. yüzyıllarda Cenevizliler döneminde kavuşmuş. Kuzey ve güney bölümlerinden oluşan kaleyi, “Kemere Köprüsü” bir bütün haline getiriyor. Kaleyi gezerken, biraz tırmanışı da göze alırsanız, yaklaşık 300-350 yaşında olduğu tahmin edilen bir servi ağacına rastlayacaksınız.

Bu ağaç, yılın belli dönemlerinde kendisine fazla gelen nemi dışarı verdiğinden Ağlayan Ağaçolarak adlandırılmış. Yani bu ağacı “ağlarken” görmeniz biraz şansınıza bağlı. Karadağ’ın Kotor şehrinde bulunan Prens Nikola’nın köşkünden esinle yaptırılan Edhem Ağa Konağı, 9.yüzyıldan kalan şapel, yine 9. yüzyılda yaptırılan bir kiliseden camiye dönüştürülen Fatih Camisi, tahta ürünler bulabileceğiniz Çekiciler Çarşısı ise Amasra’da kaçırılmaması gereken yerler… Bir de tabii o ünlü 16 farklı çeşitte yapılan Amasra pideleri, en az 20 çeşit malzeme ile yapılan Amasra salatası, balığı, mevsimine göre tatmadan dönülmesi yazık olacak olan kestanesi…

Amacınız kafanızı dinlemek, biraz denize girmek ve akşam olduğunda leziz yemekleri deniz kıyısında tatmaksa eğer, sizin için doğru konaklama yeri ise Amasra’ya yarım saat uzaklıktakiÇakraz. Amasra’nın bir köyü konumunda olan Çakraz, bir sahil şeridine sıralı otellerden oluşuyor.

Biz Çakraz’da çok vakit kaybetmiyor ve Safranbolu’ya doğru devam ediyoruz.

Safranbolu

Safranbolu bugün Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 11 yerinden birisi. UNESCO tarafından “günümüze ulaşabilmiş tipik bir Osmanlı şehri” olarak nitelendirilmiş ve evleriyle dönemini tamamen yansıttığı söylenmiş. 13. yüzyıldan 20.yüzyıla önemli merkezlerden biri konumundayken, bugün artık çok sayıda ziyaretçinin uğrak noktası olan “yaşayan” bir şehir.

Safranbolu’da ilk olarak, Kent Tarihi Müzesi olarak hizmet veren eski Hükümet Konağı’nı ziyaret edebilirsiniz. 1906 yılında yaptırılan ve 1976 yılında bir yangına kurban giden bina, bugün restorasyonla yeniden ziyaretçilerini ağırlıyor. Müzenin hemen yakınlarında ise 1797 yılında III. Selim döneminde, Safranbolulu sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılmışSafranbolu Saat Kulesi‘ni göreceksiniz.

Safranbolu’da benzerlerini birçok şehirde gördüğümüz tipik Anadolu evleri en cazip ziyaret noktalarından elbette. Kaymakamlar ya da Kileciler Gezi Evi, eski zamanlarda yaşamın nasıl olduğunu gözlerinizle görebileceğiniz evlerden. Odalarda bulunan eşyalar ve cansız mankenler, ait oldukları dönemdeki yaşam hakkında ipuçları veriyor. Harem ve selamlık bölümlerinin birbirlerinden nasıl ayrıldığı, yemek servislerine kadar düşünülmüş sistemlerle gözünüzün önünde, banyolar dışarıdan dolap gibi görünen ayrı bölmelerde yer alıyor, çocuk ve gelin odaları, hatta bir kına gecesi de modeller aracılığıyla örnekleniyor. Otel haline dönüştürülmüş ve gece konaklamaya imkan veren tarihi Safranbolu evleri de mevcut.

Safranbolu Arastası‘nda bugün yok olmaya yüz tutmuş demircilik, bakırcılık gibi sanatları ve elbette yemenileri de ustalarından dinleyebilir, ne gibi süreçlerden sonra bize ulaştığını görebilirsiniz. Epey sonra yorulduğunuzda ise, zamanı durmuş gibi hissedeceğiniz bir atmosferde yorgunluk kahvenizi yudumlayabilirsiniz, yanına tabii ki ilçenin adından anlaşılacağı gibi, mutlaka safranlı lokumlarından da almalısınız.

Tüm bunlara yakından bakıp, nihayetinde Hıdırlık Tepesi‘ne çıktığınızda ise şehrin büyüleyici güzelliği sizi saracak, uzun süre ayrılmak istemeyeceksiniz.

Ankara’daysanız çok yakınınızda, sizi tamamen Ankara atmosferinden uzaklaştıracak çok farklı noktalar var kısacası. Atladınız mı arabanıza, birkaç saate oradasınız. Beklemeye mazeretiniz yok.

Bu yazı ilk olarak 26 Haziran 2013 tarihinde Sırtçantalılar’da yayımlanmıştır. 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

1 comment