Modern Evliya Çelebi: Barış Manço

1998’in yazıydı, ortaokula başlayacaktım ki İstanbul’a taşındık. Her sabah servisle okula giderken, Bostancı Gösteri Merkezi’nin önünden geçerdik. Merakla afişlere bakmaya başladım, İstanbul’da henüz yeniydim, çocuktum ve konser mekanı olarak tek bildiğim yer orasıydı, bıkmadan usanmadan, her sabah… Barış Manço’nun adını aradım.

Sınıf arkadaşlarımdan biri de çok severdi Barış Manço’yu, ucundan tanıyordu hatta, hemen onu araya sokup tanışma hayali kurmaya başladım, günlerce onun mutluluğunu yaşadım.

B6VjenyCYAAdeJ3

Benim Barış Manço ile olan hikayem bu kadar basit ve yeni değildi ama. “Cihan” dendiği zaman beni tanıyan herkese, “Barış Manço” takip ederdi peşinden.

Ağrı’daydık, ilkokula gidiyordum. Adam Olacak Çocuk’a başvurduk. Annemler de biliyordu, çağırsa tutturacaktım ve Ağrı’dan kalkıp gidecektik İstanbul’a. Çağırmadılar, küstüm. Bir zaman seyretmedim…

Uzun zaman ayrı kalamadım tabii, sonra yine her pazar geçmeye başladım televizyonun karşısına. Bir yandan, şarkıları ezbere dilimde: “oku bakayım…. AYI!”

Her bölümünü severdim de programın, “Dönence” kısmını ayrı… İçime gezme “virüsünü” sokanlardandır Barış Manço, modern dünyanın Evliya Çelebi’sidir. Daha o zamandan bana, gezip görmenin zor olmadığını ve doğru bakmayı bildikten sonra gezilip görülecek çok yer olduğunu öğretenlerdendir.

Ağrı’dan sonra Polatlı’ya taşınmıştık, ilkokul 5. sınıf. Bir ara İstanbul’a akrabalarımızı ziyarete gittiğimizde tutturmuştum, “Barış Manço’ya gidelim” diye. Annem alıp götürmüştü beni Moda’ya. Kapısına kadar gitmiş, ama kapıyı çalmaya cesaret edememiştik ikimiz de. Şimdi ben hala çok pişmanım.

Derken 1999’un Şubat’ı geldi. Ankara’daydım, sanırım yarıyıl tatiliydi. Herkesin haberi var olanlardan, ama kimse bana söylemeye cesaret edememiş. Elime gazeteyi aldım, en üstte ufacık bir sütunda gördüm, baskıya ancak yetişmiş: “Barış Manço’yu kaybettik!”

İnanmadım.

Herkes annemi arıyormuş meğer sabahtan beri, Cihan ne yapıyor diye. İnanmıyordum işte, başka bir şey yapmıyordum.

Ertesi gün tüm gazetelere manşet olmaya başladı, haberlere çıkmaya başladı. Ben yavaş yavaş inanmaya başladım. Çok ağladım.

“Ağlama” dedi babaannem bana, ben ona, “sen bana bir şey olsa ağlamaz mısın” dedim, “ama sen benim torunumsun” dedi, “Barış Manço’yu tanımıyorsun bile, bu kadar üzülme”, üzüldüm ama ben, günlerce ağladım. Ben öyle çok sevdim Barış Manço’yu.

Yarıyıl tatili bitti, İstanbul’a döndük. Barış Manço’nun hayatını kaybettiği Siyami Ersek Hastanesi’nin önünden her geçişimde hastaneye bakarak sövdüm. Doktorlarına sövdüm, “kurtaramadılar Barış Manço’yu” diye. Her önünden geçerken, yanımda kim varsa söyledim, “burası çok kötü bir hastane, çünkü Barış Manço’yu kurtaramadılar…” Aklım erip de, bazı gerçekleri daha iyi anlayana kadar, doktorların da insan olduğunu kabullenene kadar nefret ettim ben o hastaneden, herkese tavsiye vererek üstelik: “oraya sakın gitmeyin…”

Bir yandan her sabah o servis Bostancı Gösteri Merkezi’nin önünden geçmeye devam etti. Ben artık afişlere bakmadım, onların hepsi anlamını kaybetmişti benim için, çünkü orada bir daha Barış Manço yazmayacaktı.

İyi ki doğdun Barış Manço, çocukluğumun en baskın fon müziği. En sevdiğim şarkınla anıyorum bugün seni.

[youtube=https://www.youtube.com/watch?v=_sgeg1Odk84]

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *